Doğup büyüdüğüm şehir Kahramanmaraş’ı uzun bir aradan sonra yeniden ziyaret ettim. “Bildiğim şehir” hâlâ yıkık. Bir zamanlar insanların yaşadıkları ama depremde yerle bir olan binaların yerine “tanımadığım şehir” yükseliyor. Yekpare ve sağlam görünümlü, “deprem dirençli” binalar ana caddeler boyu diziliyor… Her yerde yapım faaliyetleri var. Ulu Cami ve pek çok tarihi eserin etrafı perdelerle kapatılmış durumda. Muhtemelen yeniden canlandırma (restorasyon) işleri sürüyor. Sözün özü şehir bu haliyle bir şantiyeden farksız. Maraş’ın yıkılmayan, çok bilinçli şekilde deprem dirençli inşa edilen kısmı, Onikişubat ilçesi eskiden beri ayrı bir “yabancılık” hissiyaratmakla mâlûl.! Çocukluğumun uçsuz bucaksız bağ ve zeytinlikleri yerine dikili 10-12 katlı binalar, binalar, binalar…Maraş Ovası ise zaten yapılaşmaya izin verildiği tarihten itibaren ölü! Doğma büyüme Maraşlı Abdi Tekerek Hoca’nın dediği gibi, “Ovaya her şeyin fabrikasını kuruyorlar ama ova fabrikası daha icat edilmedi!”
Birkaç gün boyunca bu şantiyeyi gezdim. İnsanların iç dünyalarını bilmek mümkün değil ama dışarıdan bakıldığında hayat bilindik telaşı, koşuşturması, katılığı, hatta acımasızlığı ile eski mecrasında akmaya başlamış. Deprem darbesini yemiş insanların devam eden hayatı “hep aynı” kabilinden. Mesela bir kuyumcuya düğün takısı almak için girdiğimde altın bozdurmaya çalışan pek çok insanın “nakit yok” gerekçesiyle geriye çevrilmesi üzücüydü. Kurban arifesinde elindeki altınını bozdurup bayramı rahat geçirmek isteyenlerin dükkan dükkan dolaşmasını mı, altınla yatıp kalkan esnafın her gelen satıcıya “para yok” demek zorunda kalmasını mı, her şeyini kaybetmiş binlerce mağdur Maraşlının bütün bu olup biteni yabancılaşmış bir ruh haliyle izlemesin mi anlatmalıyım?Galiba ufunetli konular yerine şehre çiçek açtırmaya çalışan kültür konularından bahsetmek daha iyi.
Şehirde kültür faaliyetleri ile halkın bilhassa gençliğin yeni hayata adaptasyonunu sağlama çabalarındaki azim ve gayretdikkat çekiyor. Kahramanmaraş Musiki Derneği tarafından düzenlenen konser Maraş’ın kendi imkânları ile yaratılmış etkinliklerden bir olarak kentin kültür tarihinde yeni sayfa açacak gibi görünüyor. Çok tanınmış yıldız isimlerin itelemesi olmadan ve sosyal medyada yüksek etkileşim avuntusuna ihtiyaç duymayan bu tür etkinliklerin şehir için çok daha hayırlı sonuçlar vereceğini düşünüyorum. Afşin Kültür Sanat Derneği’nin Âşık Mahsuni Şerif’e Vefa Konseri yine bu çerçevede ele alınması gereken olumlu etkinliklerden. Diğer yandan Sütçü İmam Üniversitesi rektörlüğü, öğrencileri için düzenlediği etkinliklerle öne çıkıyor. Kurgu ve Gerçek isimli belgeselimin bir yıl önceki ilk gösterimine katılan üniversite rektörü değerli Prof. Dr. Alpteki Yasın, İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu Mehter birimini şehre davet ederek üniversite salonlarında ve meşhur Başkonuş yaylasında mehter gösterileri düzenlettiğini Musiki Derneği Korosu Şefi Bahittin Bilginer’den işittim. Şehrin “kahramanlık” ruhuna bir buket Osmanlı lalesi sunmak gibi hoş bir etkinlik düzenlenmişolduğunu da mehter sancaktarı ve semazen Sabahattin Harma’dan öğrendim.
Belgesel sözü geçmişken, Kahramanmaraş Belediyesi Gençlik Spor ve Kültür Müdürü Duran Doğan’ı anmamak olmaz. Kurgu ve Gerçek Maraşlı Şeyhoğlu belgeselimizin hem çekim öncesi, hem çekim aşaması, hem de galası için adeta seferber olmuştu. Tabii bunların üzerinde iki koca yıl ve üst üste yaşanan iki devasa deprem geçti! Duran Doğan’ı bu seferki ziyaretimde, “Yum Baba Tekkesi”ni Abdülhamit Han tarafından verilen 150 altın ile bir Mevlevihane’ye çeviren Selim Dede ve Maraş Mevlevihanesi hakkında bir “film”yapma konusunu tartıştık. Anlık kısa bir maliyet hesabından sonra bu tür bir belgesel için yapılacak harcamaların “deprem yaralarını sarmaya çalışan” belediye tarafından değil, şehrin milli kültüre sahip çıkmaya hevesli kişi ve kurumlarınca finanse edilmesi gerektiği konusunda mutabakata vardık. Böylece memleketimin yeni Başkanı Fırat Görgel Bey ile tanışma faslı da “sponsorlara” kalmış oldu!
Bir araya geldiğimiz her defasında hatıralarla karışık sohbet ve fikir alışverişinde bulunduğumuz Abdi Tekerek Hoca bu defa çok ilginç bir olayı hatırladı. Bahsedince tabii ben de hatırladım çünkü o gün oradaydım! Eski zamanlardaki kültürel etkinliklerden söz ederken hatırına düşüvermiş olmalı. 1970’li yıllarda kültür faaliyeti denildiğinde mehteran konseri, milliyetçi yazar ve şairlerin etkinliğe katılarak konuşma yapması, varsa kitap imzalaması, mümkünse Şeref Taşlıova, Murat Çobanoğlu, Âşık Reyhanî ve tabii Ozan Arif gibibağlama ve söz ustalarının etkinliğe katılması akla gelirdi. Abdi Hoca 1977 yılında Besni Öğretmen Lisesi’nde görevliyken böyle bir etkinlik tertip etmişti. Katılımcılar arasında merhum Abdurrahim Karakoç da vardı. Besnili öğrenciler için tertiplenen etkinlik için yollara düşmüştük. Onlar öndeki araçta bizler minibüste mehteran takımıyla Besni’ye doğru yol alırken yağmur başlamıştı. Yol üzerinde tehlikeli bir köprü vardı: herhangi bir araç köprüye biraz hızlı girdiğinde sağ veya sol tarafta dereye uçmaması mucize olurdu. Nitekim öndeki araç gözümüzün ününde dereye uçtu! Aracın içinde “Her nesnenin bir bitmi var ama/ Aşka hudut çizilmiyor Mihriban” mısralarının yazarı Abdürrahim Karakoç da vardı! Mehteran grubu ve bazı arkadaşlar ilk şoku atlattıktan sonra coşmuş derenin sularına daldı ve hem Karakoç’u hem diğer yolcuları kurtardı ama Abdurrahim Bey’in kaburgası kırılmıştı! O meşum kazayı bir kaburga kırığı ile atlatmış olmak araçtaki kişiler adına büyük bir sevinçama ülke edebiyatı için gerçek bir mucizeydi.
O gün orada “Bayramlar Bayram Ola” şairi Abdurrahman Karakoç’u trafik canavarına kurban vermemiş olmamız bugünkü bayramları her defasında onun şiirleri ile ve hüzünle, hâlâ bayram yapamayan insanlarımızı ve din kardeşlerimizin acısını hissederek anmamıza vesile oluyor.
Eminim o gün gelecek, Doğu Türkistan ve Gazze dâhilkanayan yaralar sarılacak, bayramlar bayram olacak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder