3 Haziran 2025 Salı

TÜRKÇÜ YAZAR ALPER AKSOY

Ankara Aydınlar Ocağı, Türkçü yazar Tayyar Alper Aksoy'un sanat hayatının ellinci yılı için bir toplantı düzenledi. Zamanım olsa mutlaka katılacağım bir etkinlikti çünkü hem Alper Hoca’yı hem de çağımızın Dede Korkut’u Ahmet Bican Ercilasun Hocamızı çok özledimdi. Hem Alper Hoca’nın mutlu gününe iştirak etme hem de çağdaş “Dede Korkut” Ahmet Bican Hocamı görmek ve elini öpmek için de bir fırsat olacaktı.  

Tayyar Aksoy’u 1976 yılında Besni Öğretmen Okulu’nda tanıdım. Dayım Abdi Tekerek de aynı lisede öğretmendi. Dayımı ziyaretlerim sırasında gelişen ilişkimiz aralıklarla da olsa çok uzun zaman sürdü ve bugün hala devam etmekte. Asıl adı Tayyar olan Alper Aksoy, 1955 yılın Afyon Emirdağ doğumlu. Benden epeyce büyük olmasına rağmen, asla büyüklük, ağalık taslamak gibi bir tutum içinde olmadı. Adeta yaşça büyük bir arkadaş statüsünü sürdürdü. 


Hafızamda hemen beliren ve kronolojik bir sıralamadan mahrum hatıralara göre, Milli Eğitim ve Kültür dergisini yayınladığında gönüllü olarak İstanbul temsilciliği yapmıştım. Cemil Meriç Hoca dâhil pek çok yazar ile Alper Hoca’nın bağlantısı kurmuş, derginin İstanbul dağıtımını da yapmaya çalışmıştım. İstanbul’a kitap fuarına geldiğinde standında gönüllü olarak çalıştım. 

 

1980’den sonraki zamanlar milliyetçilerini büyük bir mahrumiyet içinde yaşamak zorunda kaldığı “evren zulmü” yıllarıydı. Ülkücüler derdest edilip zindanlara tıkılmış, bin bir zorluk içinde yaşama mücadelesi verenler de, örtük emirlerle “görmezden gelinmeli, yok sayılmalı, toplum dışına itilmeli” muamelesine uğruyorlardı. Buna rağmen dergiler çıkartılıyor, yazılar yazılıyor, kitap fuarlarına dâhil olunuyordu. Sözün kısası “evren’sel-empryalist tehditlerden” korkmuyorduk ve elimizden geleni bütün mahrumiyetlere, imkânsızlıklara, kısıtlamalara rağmen ardımıza koymuyorduk. 

 

Örnek mi? İstanbul’da gazeteci merhum Şevki Özpeynirci, Recai Yıldız, Ahmet Atalay, Veli Avcı, Erol Kılıç, “Baş Öğretmen”imiz Sakin Öner öncülüğünde “İstanbul” isimli dergi çıkartma çalışması başlamış, genel yayın yönetmenliği Tarık Buğra’ya teklif edilmiş ve onaylanmış ancak “evren-sel sıkıyönetim” izin vermediği için akim kalmıştı. Bu sırada ben, derginin çıkacağından o kadar emindim ki, Necip Fazıl ve Cemil Meriç’e aynı soruları içeren bir anket-röportaj teklifi ile gitmiştim. Zevkle hazırladığım bu anket-röportaj, dergi çıkmadığı için daha sonra Ahmet Kabaklı merhumun gözbebeği Türk Edebiyatı’nda yayınlanmıştı. 

 

Biz “evren-sel yasakların” pençesinde kıvranırken tam bu sırada Alper Aksoy içimize şifalı bir serinlik getiren Doğuş dergisini Ankara’da yayınlamayı başarmıştı!  Dergide kimler yoktu ki… Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, Şerif Aktaş, Bilge Ercilasun, Galip Erdem, Ayvaz Gökdemir, Osman Yüksel Serdengeçti, Bahattin Karakoç, Beşir Ayvazoğlu, Muhsin İlyas Subaşı, Osman Çeviksoy, Ali Akbaş, Yahya Akengin, Şükrü Karaca, Nihat Genç, Yücel Çakmaklı, Göktürk Mehmet Uytun, Mahmut Sarıkaya, Coşkun Çokyiğit, Nuri Gedik ve şu anda adı aklıma gelmeyen veya internetteki tüm taramalarıma rağmen adı çıkmayan nice isim.


Tıpkı daha önce yayınlanan Mili Eğitim ve Kültür dergisi (1978-1982) gibi Doğuş dergisinin (1982-1985) gönüllü temsilcileri olmuş, yazı ve şiir vermiş, dağıtımı ve satışı için çok çaba sarf etmiştik. 

 

Şimdi bütün bu hatıraları canlandıran Alper Hoca’nın gönül aynasında yansıyan tutumlarına bakalım: Eserlerinde büyük Türk Hakanı Tunga’nın unvanı Alper’i kullanması Tayyar adı yerine özbe öz Türkçe ad seçmesi hem fikri hem de estetik bir tercihtir. Çünkü Türkçülük fikriyle kaleme aldığı eserlerinde yazar adı olarak “Tayyar”ı kullanmak onun içine sinmemiş olmalı. Bu aynı zamanda Türkçülüğün kurucu ataları Ziya Gökalp, Yusuf Akçuara, Ahmet Ağaoğlu, Nihal Atsız gibi ananevi isimlerden rahatsız olmayan öncülerle selefler arasındaki zihniyet değişimini ortaya koyan bir göstergedir. 

 

Bir başka açıdan da Alper Aksoy’u ülküdaşlarının derdiyle/acısıyla dertlenen dava sahibi bir aydın olarak öne çıkarır. “Ümraniye İçinde Vurdular Bizi” romanı Ümraniye’de 1 Mayıs Mahallesinde yaşayan ve geçimlerini “işçi” olarak sağlayan Salih Uluğ, Ömer Bayraktar, Cevat Koca, Bahri Bilge ve Sinan Koca’nın TİKKO tarafından kurulan sözde halk mahkemesinde yargılanıp infaz edilmelerini anlatır. 

 

Şimdi soruyorum bütün Milliyetçi, Türkçü, Ülkücü, Atatürkçü, vatansever, hak-hukuk-adaletçilere: Alper Aksoy bu romanı yazıp beş Ülkücü şehidi tarihin sayfalarına kazımasaydı hanginiz hatırlayıp anacaktınız?

Cevap yok değil mi?

İşte Alper Aksoy farkı budur! 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder