Erol Kılınç ağabeyi Ötüken Yayınevi’ni Sultanahmet’teki küçük binasında tanıdım. 1980’den sonraydı. Daha 1978-79’dan itibaren muhafazakâr camianın nerdeyse bütün yazarçizer, düşünür ve üdebası ile tanışmış kendime onların çevresinde bulunabilme yolları aramaya başlamıştım. Kubbe Altı, Türk Edebiyatı gibi kurumsal, Küllük ve Çınaraltı gibi halka açık kültür çevrelerinde “lafa karışmadan” sohbet dinlemek dönemimdeyken Ötüken Yayınevi’nin yolunu arşınlamaya başlamıştım. Erol Ağabey, her ziyaretimde mücessem duruşu, çatık kaşlarının altında müstehzi bakan zeki gözleri ile “Nerden çıktın işimin arasında? Şimdi açsındır üstelik!” bakışıyla bakar, sehpanın üzerindeki simidi işaret ederek: “Türk milletini dehasının tecessüm etmiş hali. Ye!” derdi. Yanına bir bardak çay ikramı eklemeyi ihmal etmezdi.
Sopa
Sallamaktan Daha Zor Olan Yol
İstanbul’a lise mezunu olarak geldiğinde o dönemde kendisiyle dava arkadaşlığı edenlerden Sakin Öner Hoca’nın deyişiyle, “Liseden çok ciddi bir müktesebatla gelen Türkçü” bir gençti. Bu Türkçü genç, İstanbul Ülkü Ocakları Derneği’nin kurucularındandı. İkinci başkanı iken daha sonra ocak başkanlığına seçimle gelen ilk Ocak Başkanı olmuştu…
Öğrenci hareketlerini bir fikir hareketi olmaktan çıkarıp şiddet hareketlerine dönüştüren “devrimci eylemcilere” rağmen Erol Kılınç ve arkadaşları bir kültür hareketi olarak başladıkları ülkücülük davalarını bu yolda tutabilmek için dergi çıkartmak, yayınevi kurmak gibi o sıralar yumruk atmaktan, sopa sallamaktan çok daha zor olan bir yola girdiler.
Eğer
Bir Ülkücü Hareket Olacaksa…
Genç ülkücülerin önündeki en büyük sorun “milli
eser” yokluğuydu. Ülkücüler, batıdan tercüme edilen her tür ideolojik gayrı
milli kitaplar karşısında birkaç kitap, birkaç makaleden başka okuyacak eser
bulamıyorlardı. Yazacakları dergi ve gazete yoktu. Bilimsel gelenekleri, kendi
kavramları yoktu! Buna karşılık Marksist sol komünist jargonu, Batıcı sol ise
batılı sol entelektüellerin dilini kullanıyordu. Erol Kılınç ve arkadaşları çok
erken bir dönmede, ”Eğer bir Ülkücü
Hareket olacak ve varlığını sürdürecekse bu ancak kültür yoluyla olabilir”
fikrine varmışlar bu fikirde ısrar etmişlerdi.
Dua
Minnet ve Şükranla Anıyorum
Bugün Türkiye’nin hemen her üniversitesinde her
alanda ülkücü bilim ve fikir insanları sayıları binleri geçen eserler vermekte
iseler bu bereket, ilk nesil ülkücülerin çıkardıkları dergiler, kurdukları
yayınevleri ve “ülkücülüğün bir kültür
hareketi olduğundaki” yılmak bilmez ısrar ve mücadeleleri sayesinde
olmuştur.
Erol Ağabeye Allah’tan gani gani rahmet dilerken
onun adı üzerinden ilk nesil ülkücülerin tümünü minnetle, duayla, şükranla anmayı
bir borç biliyorum.
GÜNÜN SÖZÜ
“Kültür-medeniyet farkı üzerinde az duranlar Garpçılar olmuşlardır. Kemalist İnkılâpları daha Cumhuriyet kurulmazdan önce açık seçik teklifler halinde maddeleştiren bu grup, İslamiyet ve Türklük adına konuşur görünmekle birlikte, bu ikisini korumak yerine, Türkiye’de Avrupa kültürünü yerleştirme gayreti içindeydiler. Hatta Garpçılar öbür iki cereyanın aksine medeniyetçi olmaktan ziyade kültürcü idiler. Bunlarda Avrupa’nın modern ilim ve teknolojisi ile ilgili konulara pek az rastlanır. (…) Garpçıların bir teorisi olmadığı için iddialarını ‘kavramlaştırmaları’ ve bu konularda vuzuha varmaları zaten beklenemezdi.” (Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, 1984)
Prof. Dr. Erol GÜNGÖR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder