2009 sonbaharında ilk Avatar filmini Kanyon’daki ön gösteriminde seyrettiğimde herkes gibi ben de çok etkilenmiş övgü dolu bir yazı döktürmüştüm. O eleştirimde neler neler söylemişim, şimdi açıp okuyunca kendimi takdir ettim! Latife bir yana hala daha doğru tespitler olarak gördüğüm bölümler şöyle:
James Cameron’un yönettiği AVATAR, hiç çekinmeden
söyleyeyim, kocaman bir kolaj. Salvador Dali’nin tablolarını andıran Pandora
gezegeninin insanları “Maymunlar Cehennemi”nden fırlamış gibiler. Dünyalıların
bedenleri tıpkı Matrix’te olduğu gibi zihinsel olarak diğer bir bedene
geçebiliyor! İnsan bedenleri uzay gemilerindeki laboratuvarda uyurken,
zihinleri genetik melezleri olan Na'vi bedenlerine girip Pandora’da
dolaşıyorlar. “Kıyamet” filminin savaş sahnelerindeki gibi tablolaştırılmış
savaş sahneleri var (kimileri şiirsi şiddet veya şiddetin şiiri diyor!).
Pek çok modernizm karşıtı veya eleştirisi filmde defalarca
kullanılmış pagan ilkellerin tapınma ayinleri, tabiat ana ile birleşme, ağaç
kültü, Şaman ayinleri, Orta Çağ Japoncasında olduğu gibi, kelimelerin ve
cümlelerin gerçek anlamları değil teatral ve artistik anlamlarının kullanılışı…
Yönetmen bunların hiç çekinmeden kesip filmine yapıştırmış.
Teknoloji harikası AVATAR’ın aynı zamanda iki yönlü bir
kehaneti olduğunu söyleyebilirim. Dünyanın yok olacağı, dünyalıların
kaybedeceği kehaneti… Buna karşılık insanoğlunun sadece zihinsel olarak değil,
fiziksel olarak dönüşmesiyle bir kurtuluşun mümkün olabileceği…
Filmin günümüze uygulanabilir imalı bir dille anlatıldığı da
su götürmez: Pandora (Orta Doğu ve Afganistan’ı) Dünyalı kapitalist şirketler
topluluğunun kontrol ettiği askerler ise basbayağı ABD askerini sembolize
ediyor. Çünkü verilen mesajlardan biri, tıpkı Oliver Stone’un “İskender”inde
bir komutanın İskender’e değdi türden bir mesaj içeriyor: “Her şeye sahip
olamazsın!” Bu söz bugünkü dünyamızda ekonomik olarak kapitalistler ve tabii
siyaseten de Amerikalılardan başkasına söylenebilir mi?
İmkânsızların bir araya getirildiği ve inandırıcı kılındığı
AVATAR’ın en ilginç yanlarından biri bilim, teknoloji, devlet erki, kapital ve
asker bileşiminden oluşan “süper gücün”, ok ve yay, zırhı kurşungeçirmez
gergedanlar, dişleri çelik köpekler, dev bedenli ve kanatlı kuşlar (Ebabil
kuşlarının yaptığın yapıyorlardı) ile mağlup edilmesiydi. Tarihin akışına ters
bu tutumun gerçek dünyada da gerçekleşmesi için dua etmeden önce şunları
söyleyelim:
Tarih boyunca göçebeler, ok ve yay kullanarak yerleşikleri
yendi. İskitler, Hunlar, Avarlar, Ak Hunlar, Macarlar, Hazarlar, Peçenekler,
Göktürkler, Moğollar ve nihayet Oğuzlar (Selçuklu ve Osmanlı devletleri). Ancak
yerleşiklerin bu ebedî yenilgileri, çiftçilerin modern topun arkasına geçerek
atlı okçuları durdurmasıyla tersine döndü. 17. Yüzyıldan beri teknolojinin
zaferi söz konusu. AVATAR bu teknolojinin artık sürdürülebilir olmadığını,
teknolojiyi yaratan insan ırkının yok olmaya mahkûm olduğunu söylüyor. Bana
göre filmdeki en önemli mesajlardan biri budur… Her ne kadar tarihî gerçeklere
ters düşüyorsa da insanın hoşuna gidiyor.
Gelelim serinin yeni filmi “Avatar: Suyun Yolu” masalına.
Cameron görsel bir masal anlatmayı tekrar deniyor. Birinci filmde kaldığımız
yerden başlıyoruz. Düşman bertaraf edilmiş, herkes mutlu mesut yaşıyor. Ancak intikam
için dönen “Avatar Quaritch” karşısında ikinci bir zafer kazanamayacağını
düşünerek ailesi ile ormandan kaçan aslen dünyalı kahramanımız “Avatar Jake” Pandora
gezegenine farklı bir şekilde uyum sağlamış, suda yaşayan ve devasa balinalar dâhil
her tür su canlısı ile “kanka” olan “Metkayina” su kabilesine sığınıyor.
Avatar 1 de ormanda her ne yaşandıysa, Avatar: Suyun Yolunda
da denizde aynısı yaşanıyor. Yönetmen seyircisini 2 saati aşkın bir süre
boyunca üç boyutlu görsel bir akvaryuma hapsediyor! Balinalar, Avatarlar, “su
atları” Üç Biraderler(!) isimli bir kayalığın sınırladığı bir havuzda sürekli
yüzüyorlar, yüzüyorlar yüzüyorlar!
Sonunda “Teknoloji Uygarlığı” çelik ve baruttan oluşan
korkunç güçleriyle Pandora’nın bu bölgesini de kana bulamakta geçilmiyor. Japon
denizcilerin ileri teknoloji ile balina avından ödünç alınmış gibi duran balina
avı sahnesi hepimizin içini acıtan bir mecaz: insanoğlu teknolojiyi kullanarak
doğada milyarlarca yıldır var olan “biyolojik gerçekliği” yok ediyor!
Deniz yaşantısının koruyucu annesi, bestekâr “Ana Balinanın”
beyni dev bir enjektör tarafından emildiğinde seyirci de “Artık yeter”
noktasına geliyor ve kızılca kıyametin kopuyor. Bu hesaplaşma sahnelerinde
tıpkı birinci filmde olduğu gibi Avatarlar, teknolojiyi yeniden ezip geçiyor ve
seyirci derin bir “oh” çekiyor.
Tarihin akışına ters düşen bu masalsı final, bir gün gerçeğe
dönüşür mü? Ok ve mızrak kullanarak teknolojik saldırganlığı durdurabilir miyiz
yoksa feylesofun birinin dediği gibi “İnsanlık kendi yok oluşunu ilme mi borçlu
olacaktır?”
***
GÜNÜN SÖZÜ
“Çünkü bütün büyük pagan mitolojilerinde olduğu gibi,
Keltlerde de baştan sona doğaya güven vardır, oysa kilise öğretilerinde Âdem ve
Havva’nın günahlarıyla doğa öyle yozlaşmıştır ki artık erdemli bir yönü
kalmamıştır.”
Joshep CAMPBELL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder