15 Ocak 2023 Pazar

Hep Aynı, Hep Aynı

Dijital platformlarda Türk film ve diziler peş peşe yayınlanmaya devam ediyor. Bunlardan Disney Plus’ta gösterilen Recep İvedik 7, Yılbaşı Gecesi ve Bursa Bülbülü filmlerini “Bakalım bu defa farklı bir şey anlatmışlar mı?” düşüncesi ile seyrettim. Netflix’te yayınlanan Rise of Empires: Ottoman (Mehmed vs Vlad) dizisinin de bazı bölümlerini seyretmek fırsatım oldu.

Sinema salonlarından “Internet Sinemalarına” taşınan yerli yapımlarda yeni bir şey yok. Gülse aynı, Şahan aynı, Ata aynı. Onların işlerini seyrederken “Acaba hep aynı düşü anlatmaktan ne zaman usanacaklar?” demekten kendimi alamadığımı itiraf etmeliyim. Tabii bir de işin dinleyici (izleyici) tarafı var. Kimse başını kaldırıp, “Gülse, Recep, Ata farkında mısınız aynı düşleri bize tekrar tekrar anlatıyorsunuz!” demiyor. Mutlu mesut, dizlerini kıvırıp çayını/kahvesini yudumlayarak dinlemeye devam ediyorlar…

Gülse’nin lümpen Batıcıları, iki yüzlü orta sınıf erbabı, cingöz fakirleri hep aynı. Ata’nın, bütün Ege’deki hayattan değil tüm dünyadan soyutlanmış nahif Çingeneleri hep aynı. Şahan’ın, Şaban’dan Recep’e evirildikten sonra giderek Şabanlaşmaya evirilen yani gittikçe yontulmaya başlayan Recep İvedik’i hep aynı…

Vampirleşen Esir: Vlad

Fatih Sultan Mehmet ile Vlad Dracula’nın aynı terazini kefelerine konup tartıldığı Netflix dizisi Rise of Empires: Ottoman (Mehmed vs Vlad) ise bir tür mehteran yürüyüşü metodu ile yazılmış sanki. “Patolojik zalimlik” ile “dinsel fanatizm”i harmanlayarak tarihte eşi görülmemiş bir vahşet yaratan Vlad Drakula bir yanda, imparatorluk kuran bir Hakan diğer yanda… Dizinin bu tutumu bana yıllar önce seyrettiğim ve Avustralya parası ile çekilen bir Gelibolu belgeseli hakkında attığım başlığı hatırlattı: “Alçak Tonda Bir Belgesel!”

Türk Düşmanlığı

“Türkiyeli Edebiyat” tartışmasına karışmak istemiyordum ama yine de bir iki satır yazmadan duramadım. Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yaşına bastığı 2023’te de hız kesmeden devam eden Türk düşmanlığı, zannederim asla son bulmayacak… Bu düşmanlık ve “yok sayma” sadece Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasında değil, Türklerin yaşadığı bütün coğrafyalarda devam ediyor. Doğu Türkistan’da yaşananlarla, aslında mesela runik izlerin silindiği Finlandiya’daki kültür politikası aynı emperyalist fesadın farklı yüzleri… Bir ırkı inkâr edip asimilasyona maruz bırakmak ile o ırka ait kültür izlerini silmek aynı beynin iki ayrı lobunda planlanan fesatlardır.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde imparatorluk içindeki ayrı ırkları (millet aynı dine mensup insanlar topluluğu anlamına geliyordu) tek bir ad altında, “Osmanlı Milleti” adı altında bir arada tutmaya çalışan dönemin siyasileri (başlangıçta İttihat ve Terakki de aynı düşüncedeydi) bu yolun çıkmaz sokak olduğunu acı bir tecrübeyle öğrenmişlerdi.

“Türkiyeli” lafı, eğer “Türk Milleti” yerine ikame edilmek isteniyorsa “Osmanlı Milleti” lafı kadar sonuçsuz, hatta yıkıcı bir laf olarak icat edilmiştir diyebiliriz.

Bu bakımdan sadece “Türkiyeli Edebiyat” zırvasına takılıp kalmak yerine meselenin esasını tartışarak milleti uyandırmakta fayda var. Nasıl mı? Türk Edebiyatı’nın bu tür hastalıklı düşünceler için verdiği eserleri yeniden gündeme getirerek başlayabiliriz.


GÜNÜN ŞİİRİ 

VE GELİR

Bu yurda her bela içinden gelir;

'Hep'leri hep, hiçin hiçinden gelir.

Gelemez bir ithal malidir akil,

Kaf dağından, Cinden, Maçinden gelir.

Dünküne eş, bu gün küfür yobazı;

Bütün derdi festen, lap cinden gelir.

'Allah vardır!' dersin; sorarlar: Niçin?

Sonra tokat, puta 'niçin' den gelir.

Benim nur mayama pislik atanlar,

Şeytan, senin büyük elcinden gelir!

Biricik selamet yolu tarihte,

'Sormayın, görmeyin, geçin!'den gelir.

Genç Osman’ı lif lif yolan o güruh,

Kahpe devşirmenin piçinden gelir.

Bir gün bu gidişle çatlarsa yürek,

Dile vurdukları perçinden gelir...

 

Necip Fazıl Kısakürek

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder