20 Eylül 2025 Cumartesi

KILDAN İNCE, KILIÇTAN KESKİNCE

Dünya ayağa katlı! “Filistin’e özgürlük! “Gazze Gazzelilerindir! Soykırımcı İsrail” sloganları atan Avrupa ülkeleri insanları sokaklardan yatıp kalkmaya başladı! İş neredeyse isyana gelip dayanacak kadar ilerledi ki, hayret! Türkiye’den de sesler yükselmeye başladı! Adama sormazlar mı birader, “Bugüne kadar neredeydiniz?” diye! Ama ne gam, onlarda cevap bitmediği gibi bugün Filistin için ayağa kalkan Batılı elitler ve avam tam tersi bir tutum içine girse bunlar hemen ama bu sefer daha gür sesle aksini söylemeye başlar. Bunu nerden mi çıkarıyorum? Şuradan ki, Kızıl Çin bütün acımasızlığı ve Şeytana hizmetkârlığı ile Doğu Türkistan’ı eşi benzeri görülmemiş bir zalimlikle buharlaştırırken Batılı elitlerden hala kolektif bir “Dur!” ihtarı gelmediği için bizimkilerin gündeminde de Uygurlar yoktur! Hollywood’dan ve Batı Avrupa sinemasından şerefli insanların İsrail bağlantılı film şirketleri ve festivallerine koyduğu ambargo büyük yankılar uyandırırken bizim festivallerden de bazı sesler yükselmeye başladı. Bir yıl boyunca kültür sanat hayatına kendi bildiklerince yön verenlerin ne tür bir tepki vereceklerini, festival programlarına ne gibi ekler yapacaklarını bekleyip durdum. Nihayet bir bienal açılışında birkaç kişi Filistin için sözler etti ama hala festivallerin ana omurgasına eklemlenen bir gelişme yok. En son Altın Koza bülteninde, “Gazze Şimdi! Seçkisi” isimli bir bölüm açıldığını öğrendik! Seçkide, Arab ve Tarzan Nasser kardeşlerin Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandıkları filmleri “Bir Zamanlar Gazze’de” (Once Upon a Time in Gaza, 2025), Filistinli usta yönetmen Rashid Masharawi’nin son filmi “Yitik Düşler” (Passing Dreams, 2024), İranlı yönetmen Sepideh Farsi’nin Cannes’ın ACID bölümünde gösterilen belgeseli “Yüreğini Eline Al ve Yürü” (Put Your Soul on Your Hand and Walk, 2025) filmleri yer gösterilecekmiş. Aslında, etraflıca planlanan bir program beklerdik ama her şeye rağmen bir bölüm açılması çok olumlu bir gelişmedir. Biliyoruz ki, hem Altın Koza hem Altın Portakal 1970’lerden sonra ciddi politik tutum takınarak kamuoyunu etkileyen iki büyük film festivalimizdir ve çok daha fazlasını yapacak, farkındalık yaratabilecek etenliklerdir. Bu yüzden bilhassa bu iki festivalden beklentimiz tabiatıyla uüksektir. Üstelik Batı Avrupa’daki Cannes Film Festivali gibi öncüleri “insan hakları” söz konusu olunca İslâm, Hıristiyan, Arap, İngiliz demeden daima haksızlığın karşısında ses getiren filmler ile “author” yönetmenleri programlarına alarak tüm dünyada farkındalık oluşturmakta pek mahirler. Program, yönetim, konuk ağırlama gibi hemen her alanda bu festivalleri takip ederek kendi mecralarını bulan ulusal festivallerimizin, biraz da ağabeylerinin “avant garde” tutumunu içselleştirmelerinde fayda vardır. Böylece Batı’dan bir ses yükselmesini beklemeden kendi felsefi, etik, vicdani duruşumuzla herkesten önce biz öne çıkmış oluruz ki, milletimiz de böyle davranışları hafızasına kazır ve asla unutmaz! Şimdi şurada bir özeleştiri yapmamın da vakti geldi. Kızılderililerin, binlerce yıllık topraklarını (vatanlarını) savunan masumlar, Avrupalı kaçkınların ise aslında soykırımcı katiller olduğunu fark ettiğim günden beri genel olarak “Yalanlaştırma Makinesi” dediğim Hollywood’a, filmlerine ve onları inanılır ve katlanabilir kılan oyunculara hep önyargı ile bakmışımdır. Fakat bu son günlerde Amerikalı ve Avrupalı film aktör ve aktrislerinin, çok uzun zamandan beri devam eden suskunluklarını bir yana atarak gerçek karakterlerini göstermelerinden sonra anladım ki, onlara çok ama çok fazla yüklenmişim. Bu insanlar önlerine Yahudi sermayenin serdiği bütün imkânları ellerinin tersiyle iterek insan olduklarını, karakter sahibi olduklarını, şeref ve haysiyetin parayla değil onurlu bir duruşla mümkün olduğunu gösterdiler ve ben onlara bugün büyük hayranlık duyuyorum! Tanrı herkesi böyle bir sınavdan geçirir mi bilemiyorum ama onların sınavı sahiden çetin ve yürüdükleri yol “Sırat Köprüsü” kadar ince ve keskindir! Ve biliyorum ki, Sırattan keskin ve ince bu köprüyü geçip istenilen sonuca ulaştığınızda “vicdanınızın cenneti” sizi bekliyor olacak! Ey vicdan, ahlak sahibi karakterli Amerikalı, Avrupalı ve diğer ülkelerin yıldız oyuncuları, sinemacıları, sanatçıları hepinizi saygıyla selamlıyorum!

Dünyanın filmi Adana Altın Koza’da

22 Eylül Pazartesi günü başlayacak 32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, Dünya Sineması bölümünün Festivaller seçkisi, Cannes’dan Berlin’e, Locarno’dan Karlovy Vary’e, dünya festivallerinden ödüllü filmleri Adanalı seyirciyle buluşturuyor. Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından 22-28 Eylül 2025 tarihlerinde gerçekleştirilecek 32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, Dünya Sineması bölümünün Festivallerden seçkisi dünya festivallerinin 2025 programlarından ödüllü filmleri Adana’da buluşturuyor. Cannes’ın gözdeleri Adana Altın Koza’da Cannes’ın bu yıl çok konuşulan, ödüllü filmleri Adana’da ilk kez seyirciyle buluşuyor. Son yılların en güçlü Cannes seçkisinden alkışlar ve ödüllerle ayrılan yedi film, festivalin atmosferini Adana’ya taşıyor. Kleber Mendonça Filho’nun Cannes’da En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini alan sürükleyici siyasi gerilimi “Gizli Ajan” (The Secret Agent, 2025), Türkiye’de ilk kez Adana Altın Koza’da gösterilecek. Hitchcock tarzı gerilimi gerçeküstü ve mitolojik detaylarla harmanlayan film, Wagner Moura’nın ödüllü performansıyla dikkat çekiyor. 1977 Brezilya’sında, askeri diktatörlüğün son yıllarında, zulümden kaçmaya çalışan eski bir öğretmenin hikâyesini anlatıyor. Cannes’dan En İyi Senaryo ve Ekümenik Jüri Ödülü sahibi Dardenne Kardeşler filmi “Genç Anneler” (Young Mothers, 2025), Liège’deki bir sığınma evinde yaşayan beş genç annenin hikâyesini konu alıyor. Usta yönetmenlerin kendilerine özgü gerçekçi kamerasıyla, yoksulluk ve aile parçalanmalarıyla mücadele eden kadınların direnç dolu portrelerini beyazperdeye taşıyor. Katalan yönetmen Carla Simón’un kendi yaşamından esinlenerek yazıp yönettiği “Romería” (2025), Türkiye prömiyerini Adana’da yapacak. Genç bir kadının kimlik arayışına odaklanan film, kişisel travma ve kuşaklar arası sessizlik temalarını işlerken amatör kamera görüntülerini rüyamsı sekanslarla harmanlıyor. Cannes Premiere bölümünde gösterilen ve Filipinler’in Oscar adayı olan Lav Diaz imzalı “Macellan” (Magellan, 2025), efsanevi kaşif Macellan’ın mitini yıkıyor. Gael García Bernal’ın başrolünde yer aldığı film, sömürgeci şiddeti soğukkanlı bir dille ve çarpıcı görsellikle ele alıyor. Christian Petzold’un Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yarışan son filmi “Aynalar No:3, Okyanusta Bir Tekne” (Mirrors No. 3, 2025), erkek arkadaşının ölümüne sebep olan kazadan sağ kurtulan bir müzik öğrencisinin yas sürecini anlatıyor. Petzold, insan ilişkilerinin kırılgan doğasını rüya gibi bir anlatımla ele alıyor. İranlı yönetmen Saeed Roustayi’nin Altın Palmiye adayı filmi “Ceza” (Woman and Child, 2025), iki çocuğunu tek başına büyüten dul bir hemşirenin, oğlunun trajik ölümünün ardından intikamla dolu bir kadına dönüşümünü konu alıyor. Film, enerjik kamerası ve güçlü oyunculuklarıyla İran’daki ataerkil düzenin katı gerçekliğini açığa çıkarıyor. Tunuslu yönetmen Erige Sehiri’nin Belirli Bir Bakış bölümünün açılış filmi olan “Vadedilmiş Gökyüzü” (Promised Sky, 2025), Tunus’un yoksul bir mahallesinde yaşam kurmaya çalışan üç Fildişi Sahilli kadının hikâyesini anlatıyor. Yerinden edilme, göç, dayanışma ve kimlik temalarını insanlıkla yoğrulmuş bir dille perdeye taşıyor. Berlin’den Locarno’ya Programda Cannes filmlerinin yanı sıra Berlin, Toronto ve Karlovy Vary’den filmler de yer alıyor. Amerikan bağımsız sinemasının öncülerinden Richard Linklater’ın son filmi “Mavi Ay” (Blue Moon, 2025), 1943’te tek bir geceye yayılan hikâyesiyle Berlin’de Andrew Scott’a En İyi Yardımcı Oyuncu ödülünü kazandırdı. Ethan Hawke ve Margaret Qualley’nin de başrolde olduğu film, Lorenz Hart’ın yaşamından kesitler sunan mizah ve hüzünle yoğrulmuş bir biyografik komedi-drama. Jim Sheridan ve David Merriman’ın yönettiği “Yeniden Yaratım” (Re-Creation, 2025), Fransız film yapımcısı Sophie Toscan du Plantier’in çözülememiş cinayetini jüri odasında kurgusal bir yeniden canlandırmayla ele alıyor. Adalet, önyargı ve hakikatin doğasına dair sorular soran film, kurgu-gerçeklik arasında bir denge kuruyor. Locarno Film Festivali’nde Altın Leopar için yarışan iki film de dikkat çekiyor. Julian Radlmaier’in yazıp yönettiği “Temmuz Hayaletleri” (Phantoms of July, 2025), Doğu Almanya’nın küçük bir kasabasında geçen hikâyesiyle göç, kimlik ve sınıf temalarını rüya ile gerçeklik arasında mizahi bir üslupla işliyor. Naomi Kawase’nin beş yıl aradan sonra çektiği ilk kurmaca uzun metrajı “Yakushima İllüzyonu” (Yakushima’s Illusion, 2025), Japonya’da organ bağışı tabusu ve kayıpla başa çıkma üzerine felsefi bir anlatı sunuyor. Çekyalı yönetmen Ondřej Provazník’in Karlovy Vary’de Jüri Özel Ödülü’nü alan filmi “Kırık Sesler” (Broken Voices, 2025), 1990’ların başında Çekoslovakya'da prestijli bir kız korosuna katılan 13 yaşındaki Karolína’nın hikâyesini anlatıyor. Saygın bir kurumda yaşanan istismarın hassas dinamiklerini derinlemesine irdeleyen film, hassas ve cesur yorumuyla dikkat çekiyor. Belgesel tutkunlarına özel Belgesel severleri bu yıl üç güçlü yapım bekliyor. Abbas Fahdel’in Locarno’da En İyi Yönetmen ödülünü kazanan “Yaralı Yurdun Hikâyeleri” (Tales of the Wounded Land, 2025), Lübnan’ın güneyinde süren bombardımanların sıradan insanlar üzerindeki etkisini belgeliyor. Kayıp, yerinden edilme ve yeniden inşa çabalarını dokunaklı bir dille anlatıyor. Nishtha Jain ve Akash Basumatari’nin ödüllü belgeseli “Devrimi Ekip Biçmek” (Farming the Revolution, 2024), Hindistan’da 2020–2021 yıllarında bir yıl süren çiftçi direnişini konu alıyor. Yarım milyona yakın insanın Delhi kapısında kurduğu direniş kampını, özellikle kadınların ve marjinal toplulukların rolü üzerinden aktarıyor. Aysun Bademsoy’un “Oyun Değiştiriciler” (Game Changers, 2024) belgeseli, Berlin-Kreuzberg’de Türkiyeli kadın futbolcuları ilk karşılaşmalarından 30 yıl sonra yeniden buluşturuyor. Nesiller arası bir bakışla futbolun özgürleşme alanı olarak işlevini tartışırken, aidiyet, kimlik ve kuşak çatışmalarına dair sorular soruyor. 32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin ile ilgili güncel gelişmeleri festivalin sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz.

15 Eylül 2025 Pazartesi

13. ULUSLARARASI İPEKYOLU FİLM FESTİVALİ BAŞVURULARI BAŞLIYOR

İpekyolu Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı tarafından düzenlenen, SETEM'in iştirakçı olduğu ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü tarafından desteklenen Uluslararası İpekyolu Film Festivalinin bu yıl 13’üncüsü düzenleniyor. Türkiye, Çin, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, İran, Kazakistan, İtalya, Gürcistan, Suriye, Yunanistan, Hindistan, Irak gibi antik İpekyolu ülkelerinden sinemacıların katılımı ile gerçekleştirilecek festivale geçtiğimiz yıl 279 film başvurdu. 100’e yakın film seyirci ile buluştu İpekyolu coğrafyası dışından başvuran filmlere verilen Kardeşlik Ödülü bu yıl da verilecek. 13.Uluslararası İpekyolu Film Festivalinde Ulusal ve Uluslararası Kategorilerde Ödüller Sahiplerini Bulacak Ulusal ödül kategorileri; Belgesel film kategorisinde; en iyi belgesel film, en iyi yönetmen, en iyi görüntü yönetmeni, en iyi senaryo, en iyi kurgu dallarında ödül veriliyor. Şafak Tavkul Animasyon film kategorisinde; en iyi animasyon film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo ve en iyi animatör ve ödülü veriliyor. Kısa film kategorisinde; en iyi kısa film, en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi görüntü yönetmeni, en iyi kurgu, en iyi senaryo dallarında ödül veriliyor. Jüri Özel Ödülü ise katılımcı tüm filmler arasından, ön elemeyi geçme şartı aranmaksızın veriliyor. Uluslararası ödül kategorileri; En İyi Kurmaca Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, Jüri Özel Ödülü, En İyi Belgesel, En İyi Animasyon ÜLKEMİZDEN ÜCRETSİZ KATILIM KODU : 2025VAKIF Başvuru takvimi; Başvurular 31 Ekim 2025 tarihinde sona erecektir. Finalistler 24 Kasım 2025 günü açıklanacaktır. Başvurular https://filmfreeway.com/dashboard ve https://ipekyolukultur.org.tr/iletisim/ adreslerinden yapılacaktır. Ayrıntılı bilgi için; Nazım Özdemir – 0532 509 20 12

14 Eylül 2025 Pazar

SİZİ GÖRÜYOR DUYUYOR BİLİYORUZ

Doğrusunu söylemek gerekirse, Eylül’ün ikinci haftasında gündeme düşen haberler sayesinde, karartılmış ümit ışığı yeniden ışıldamaya başladı. Bu haberlerden birisi, -geçmişte Devleti Âlî’nin idaresinde olup Arap tebaanın, emperyalist uşaklığı sonucu birinci sınıf devlet vatandaşlığından devletsiz köylülere dönüştürülen- Filistinliler için Hollywood yıldızlarının öncülüğünde bini aşkın sinema oyuncusu/emekçisi tarafından mezalim gündeme getirilerek İsrailli sinema ve festival firmaların boykot edileceğinin ilan edilmesidir. Diğeri de varoluşundan bu yana insanları köylüleştirip köleleştirerek dev bürokrasisini besleyip semirten, sözde evrensel kültür yaratıcılarından biri olduğu iddia eden Şeytanî akla hizmete memur Çin’in kızıl hükümetinin Doğu Türkistan’daki soykırımına karşı Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi’nin “Uygur Politikası Yasası”nı (H.R.2635) hayata geçirmesidir. İçimizi ışıtan sevince gölde düşüren ise 21. Yüzyılın en büyük zalimlerine, Müslümanların değil de İspanyolların, İrlandalıların, İngilizlerin, Fransızların ve daha pek çok milletten insanların isyan ederek sokaklara düşmesidir. “Elhamdülillah Müslüman’ım” diyen milyarlarca insanı utanç içindedir. Nasıl utanmasınlar ki, pek çoğu Oscar almış olan film yıldızlarından Olivia Colman, Mark Ruffalo, Riz Ahmed, Tilda Swinton, Javier Bardem, Susan Sarandon ve yönetmenler Yorgos Lanthimos, Ava DuVernay ve Adam McKay'ın gibi vicdan sahipleri, “Elhamdülillah Müslümanım!” diyenler yerine ayağa kalkıp eyleme geçtiler. Bin üç yüz kişilik sinema sanatçısı/emekçisi özü, “Apartheid Güney Afrika'da filmlerini göstermeyi reddeden 'Filmmakers United Against Apartheid'dan ilham alarak, Filistin halkına karşı soykırım ve apartheid rejiminde rol alan İsrailli film kurumları (festivaller, sinemalar, yayıncılar ve yapım şirketleri dahil) ile çalışmayacağımızı, bu kurumların etkinliklerine katılmayacağımızı ve filmlerini göstermeyeceğimizi taahhüt ediyoruz." cümlesi olan bildiriyi imzaladılar. Sinema sanatçılarının dik duruşları ve İsrail ile sinema ilişkilerini boykot ettiklerini açıklamaları “insanlığın” vicdanını kanatan Gazze soykırımı için bir ümit ışığı oldu, içimizi ferahlattı, evet ama Doğu Türkistan davası hala dünya kamuoyunun acil olarak ilgilenilmesi gereken gündeminde değil! Tabii ki, Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi’nin Uygurlar için çıkarttığı yasa inanıyorum ki dünyanın vicdan sahibi sanatçılarının, politikacılarının, sıradan insanların vicdanında yankısını bulacaktır. 1940’lı yılların ortalarından başlayarak devam eden Amerika - Türkiye dostluk ve iş birliği umarım Doğu Türkistan topraklarını ve bu toprakların kadim sahibi Uygurları özgürleştirmek bağlamında yeniden gözden geçirilerek sağlamlaştırılacaktı! Uygurlar için olsun Gazze için olsun “büyük Türk sinema sanatçıları!”na gelince, onlardan ses çıkmaması başta bendeniz olmak üzere sinema tarihi adına notlar alan yazarları derinden düşündürmektedir. Gerçekten ülkemizde sinema pastasını kremasını paylaşan bu “oyunculardan” neden ses çıkmaz, neden ciddi bir duruş serigilemezler, neden sokağa çıkmasalar dahi sosyal medya üzerinden olsun birkaç kelam edip en azından vicdanlarını rahatlatmazlar? Kimden korkuyorlar acaba? Engin Altan Düzyatan’ın 2024’te Gazze (Filistin) paylaşımı, Okan Bayülgen’in 2023’teki “Ben de Oradayım” kampanyasına desteği, Murat Kekilli’nin Gazze için şarkılarının dijital gelirlerini bağışladığı açıklaması Ender Tekin’in küresel Sumud Filosu’na katılması, Ahmet Turgut ve Mehmet Ercan gibi yapımcıların destekleri dışında hangi isimlerin ne düşündüklerini hala daha anlayabilmiş değiliz. Öyle ki, bütün “görmedim, duymadım, bilmiyorum”cular Türk sanat hayatında bir araya gelmiş zannı uyandırıyorlar. Amerikan filmlerinde, niyetini belli etmemeye çalışan suçluların niyetini anlayan kişiler tarafından müraiye söyledikleri klişeleşmiş ama seyirciyi uyaran bir cümle vardır: “Seni görüyorum!” Bugün dünyanın ahlak ve vicdan sahibi sanatçıları Gazze kasaplarına bunu söylüyor: “Seni görüyorum!” Ama bizim taraftan bir kısmının adını saydıklarımız dışında hiçbirinden ses yok. Bu sessizlik ise onların klişeleşmiş bir başka lafı tekrarladıkları anlamına geliyor: “Görmedim, Duymadım, Bilmiyorum!” Ancak şöyle de bir geçek var: Türk milleti, sizi görüyor, duyuyor ve biliyor!

FESTİVALLERDEN KISA KISA

ADANA ALTIN KOZA FİLM FESTİVALİ Orhan Kemal Emek Ödülleri’nin Biket İlhan, Mahmut Cevher ve Yaşar Seriner’e verileceği 32. Adana Altın Koza Film Festivali Ulusal Film Yarışması’na seçilen filmler belli oldu: Algoritma’ya Biat Et (Yön. Hakkı Kurtuluş, Melik Saraçoğlu), Annemin Solgun Çiçekleri (Yön. Ali Cabbar), Buradayım, İyiyim (Yön. Emine Emel Balcı), Cinema Jazireh (Yön. Gözde Kural), Ev (Yön. Orhan Eskiköy), Gündüz Apollon Gece Athena (Yön. Emine Yıldırım), İdea (Yön. Tayfun Pirselimoğlu), O da Bir Şey mi (Yön. Pelin Esmer), Perde (Yön. Özkan Çelik), Uçan Köfteci (Yön. Rezan Yeşilbaş) AANKARA FİLM FESTİVALİ Bu yıl Aziz Nesin Emek Ödülü, tiyatro, sinema ve müzikteki çok yönlü üretimiyle Zuhal Olcay’a; Sanat Çınarı Ödülü, tiyatro sahnesindeki öncü çalışmaları ve sinemaya kalıcı katkılarıyla Rutkay Aziz’e verilecek. Sinema kültürünü yaşatan ve arşiv çalışmalarıyla belleğimizi koruyan Sinematek/Sinema Evi, Kitle İletişim Ödülü’nün sahibi oldu. Demet Evgar ve Selman Nacar Vakıf Özel Ödülleri’ne değer bulundu. LONGPLAY MUSIC FİLM FESTİVALİ İlk kez, 5 - 7 Aralık 2025 tarihlerinde gerçekleşecek festival, İstanbul’un kalbinde sinema ve müzik tutkunlarını bir araya getirecek. Üç gün boyunca festival yalnızca film gösterimleriyle sınırlı kalmayacak; müzik ve sinemanın kesişim noktalarını tartışmaya açacak söyleşiler, atölyeler ve özel etkinliklerle devam edecek. Başvurular 1 Ekim 2025’e kadar sürecek.

7 Eylül 2025 Pazar

LANETLİ UYGARLIĞA BAŞ KALDIRANLAR

31 Ağustos 2025, dünya tarihindeki en cesur insanları taşıyan gemilerin sefer çıktığı gün olarak anılacaktır. Bu “çıkış” Filistinlilerin ‘Kerbelâ’sını vahaya çevirebilecek en ciddi girişimdir. Ateş ve kan çemberi içinde açlıktan, susuzluktan, bombardımanlardan ölüp giden çocukların çığlığına daha fazla seyirci kalamayan pek çok insan bu yolculuğa katılacaklarını duyurdu ama Susan Sarandon için yapılan açıklama geri alındı. Böylece, “Lanetli Uygarlık”ın ne kadar ciddi biçimde kuşatılmış olduğu bir kere daha anladık. Global Sumud Flotilla’nın durdurulması ihtimaline karşılık geçen gün okuduğumuz / izlediğimiz bir haber ise içi ferahlatıcıydı! Kendi karanlığında boğulan lanetlilerin arasında aydınlık vicdanlı insanlar olduğu anlaşıldı. Cenova’da bir yükselti üzerine çıkan bir sendikacı bütün dünyaya meydan okudu. USB Sendikası üyesi ve Cenova Liman İşçileri Temsilcisi Riccardo Rudino gönülleri genişleten konuşmasında ilk defa uluslararası bir eylemden bahset ki, bugüne kadar Gazze için yapılan açıklamalar arasında gerçekten işe yarayabilecek en değerli eylem planıydı. 40 binden fazla kişinin katıldığı bir yürüyüş ve meşale nöbeti esnasında Riccardo Rudino, Gazze’ye yardım taşıyan Küresel Sumud Filosu (Global Sumud Flotilla) gemilerine yapılacak herhangi bir engelleme halinde Avrupa limanlarını felç etmekle tehdit etti! Açık kaynaklara göre Rudino, şunları söyledi: “Teknelerimiz ve yoldaşlarımız ile olan bağlantımızı sadece 20 dakika bile kaybedersek bütün Avrupa’yı bloke ederiz. Cenova Limanı’ndan tek bir çivi bile çıkmayacak!” diyerek, uluslararası grev, yol ve okul kapatmaları gibi eylemleri vurguladı. Rudino’nun açıklaması, Özerk Liman İşçileri Kolektifi (CALP) ve USB sendikasının dayanışma çağrısıydı ve filonun Eylül ortasında Gazze’ye sağ salim ulaşmasını ve yardımın son kutusuna kadar teslim edilmesi şart koşmaktaydı. 29 Ekim 2023 tarihinde bu sütunda Filistinlilerin acımasızca katledilmeleri, soykırıma rağmen bütün dünya siyasilerinin sessiz kalmaları üzerine insanlara medeniyet götürdüğünü iddia eden Avrupa’nın “Lanetli Uygarlık” olduğunu yazmış ve şöyle demiştim: “7 Ekim’den bu yana sözde özgür Batı basınının ortaya koyduğu “yalanlaştırma” yoluyla haber yapma tutumu dünyanın geleceği için depolarda ateşlenmeyi bekleyen tüm nükleer başlıklardan daha korkunç görünüyor. Batı basının yalancılığı, Batı uygarlığının bir daha düzeltilemeyecek kadar ekseninden kaydığını, eğer bir dünya savaşı yaşanıp insanlığın yok olacağı bir son gelmezse artık yepyeni bir uygarlık algısına evirileceğini gösteriyor. Çünkü varlığının farkında ve kendini kemale erdirmiş bir uygarlık, eğer gerçeği söylemesi için bizzat var ettiği kurumların yalan söylemesine izin veriyor hatta onları yalancılığa teşvik ediyorsa, kemali, zevale dönüşmüş demektir. Tarihteki bütün medeniyetler yalan yüzünden omurgası üzerine duramaz olup birer sürüngene dönüşmüş ve daha sonra da yok olmuştur. Batı uygarlığının omurgası, özgür basının yalancılığı meşrulaştırmasıyla tuzla buz olmuştur. O şimdi bir sürüngenden farksızdır. Dünya artık yepyeni bir uyanışı da beraberinde getirecek gerçekçi bir uygarlığa gebedir! Sanıyorum aslında olup bitenlerin düğüm noktası bu “uygarlık krizindedir”. Çünkü dünyaya egemen olan Batı uygarlığı, kuruluşunu, gelişmesini ve büyümesini katliamlara borçludur çünkü artık sadece “öteki”nden değil kendinden de nefret etmektedir, çünkü iddia ettiği erdemli ilkelere sırtını dönüşü ve yalancılığı meşrulaştırmasının başka bir izahı yoktur. Batı uygarlığı, 1492’den itibaren Amerika’da, Hindistan’da, Türkistan’da, Afrika’da, Çin’de, Japonya’da, Osmanlı Devleti vilayetlerinde yaptığı katliamları daima “ilerleme, gelişme, uygarlaşma” palavralarıyla yalananlaştırarak bizzat kendini boğmuştur ve omurgası kırık bu uygarlığın insanlığa vereceği hiçbir şey kalmamıştır, kan, ateş ve ölümden başka! Şükretmek gerekir ki, Batı uygarlığını lânetini fark eden pek çok sıradan insan yanında entelektüeller de vardır.” Bu cümleden sonra da Batılı olup haysiyet ve şerefini kaybetmemiş bir yönetmenin çektiği filmden bahsetmiştim. İşte şimdi de ahlak sahibi geniş kitlelerden sevinçle söz ediyorum. Riccardo Rudino ve yoldaşlarının çağrısı aslında Batı Uygarlığının üzerindeki lanetin kaldırılıp atılması için bir fırsat olarak görüyorum. Umarım Batının eli kanlı, vicdanları kirli efendilerinin yerini Riccardo Rudino, Liam Cunningham ve Batılı ülkeler parlamentolarında ağlayarak mazlumların hakkını savunan siyasetçiler alırlar. Aynı değişim-dönüşüm dileğimi dünyanın başına bela olmaya devam eden ABD, Çin ve Rusya için de tekrarlamaya devam edeceğim.

6 Eylül 2025 Cumartesi

ALTIN KOZA VE ALTIN PORTAKAL HABERLERİ

Türkiye’nin köklü festivallerinden Adana Altın Koza’nın 32. Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması jürisi de açıklandı. Festival basın ilişkilerinden verilen bilgiye göre bu yılki jüri, Ümit Ünal’ın başkanlığında oyuncu Belçim Bilgin, oyuncu ve yazar Berkay Ateş, görüntü yönetmeni - yapımcı Deniz Eyüboğlu, müzisyen Ekin Fil, yönetmen – yazar - karikatürist ve senarist Gani Müjde ve sinema yazarı, akademisyen Janet Barış olarak biçimlendirildi. & Altın Portakal’da da Onur Ödülleri belli oldu. 62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ise Onur Ödüllerinin bu yıl Serap Aksoy ve Settar Tanrıöğen’e takdim edileceği ve Ulusal Uzun Metraj yarışma filmleri açıklandı. Yarışacak filmler şöyle: • Aldığımız Nefes — Yönetmen: Şeyhmus Altun • Bağlar, Kökler ve Tutkular — Yönetmen: Sunay Terzioğlu • Barselo — Yönetmen: Erdem Yener • Doğudan Fragmanlar — Yönetmen: K. Erkan Yazıcı • En Güzel Cenaze Şarkıları — Yönetmen: Ziya Demirel • Erken Kış — Yönetmen: Özcan Alper • Kanto — Yönetmen: Ensar Altay • Noir — Yönetmen: Ragıp Ergün • Kesilmiş Bir Ağaç Gibi - Yönetmen: Tunç Davut • Parçalı Yıllar — Yönetmen: Hasan Tolga Pulat • Sahibinden Rahmet — Yönetmenler: Emre Sert, Gözde Yetişkin • Tavşan İmparatorluğu — Yönetmen: Seyfettin Tokmak.

3 Eylül 2025 Çarşamba

AĞUSTOS SIKINTISI

İstanbul’dan uzak, diğer bilgisayarıma erişemeyeceğim bir yerdeyim yine. He zaman uzunca seyahatlerimde yanıma iki ‘güngörmüş’ bilgisayarımı alır giderim. Çünkü hizmet sektörü bilhassa elektronik ve otomotivde merkezden taşraya doğru verimsiz hale gelir. Aracınızın basit bakımını yaptırabilirsiniz ama özellikli bir arıza çıktığında sizi mutlaka en yakındaki merkeze yollarlar. Bunun gibi bilgisayar kablosu arızası ve benzeri sıkıntıları taşrada çözebilirken biraz daha ilerisi için merkeze yönlendirilirsiniz. Geçen haftaki yazımı tamamlayıp iletip birkaç saniye sonra ekranda pilimin kritik seviyede olduğu uyarısı geldi. Oysa dolum cihazı takılıydı. Kontrol ettim doldurmuyordu. Kendi kendime diğer bilgisayarımı getirmediği için bir hayli söylendim, “Ya yazıyı göndermeden pil bitse, cihaz kapansaydı, ne olacaktı?” Elbette koşturmaca başlayacak ve illaki yazı baskıya yetiştirilecekti ama benim gibi yedekli cihazlarla çalışmayı huy edinmiş biri için bu durum ruhi bir huzursuzluğa sebep olacaktı. Nitekim oldu da! Kendimi çok ödüllü yönetmenlerin, “kasaba kapanı”na sıkışmış buldum: kır kökenli ama şehir görmüş enteller gibi hissetmeye başladım. Balkonda ‘minmalist’ hareketle ayağa kalktım. Uzaktan görünen denize uzun uzun baktım, bu mevsimde sabah veya akşam dalgalı olan suda bir tek titreme işareti yoktu. İçinde bulunduğum ruh halimin aksine zihnimden geçen “Denize girmek lazım,” çıkıntı o fikri hemen kovup rolüme döndüm. Pencereden görünen gardırop aynasına yan gözle bakmaya başladım. Aynadan epey uzak olmama rağmen evet, tam olarak istediği görüntü buydu: kaplumbağadan bile daha yavaş ve çok uzun yıllar yaşayacakmış gibi yavaş hareketler… Bir süre sonra kendimi, ahlat ağacına benzettiğim armut ağacına bakarken buldum ve girdiğim ruh halinin (rolün) hiçbir sorunu çözemeyeceğine ve kaderime razı olmam gerektiğine karar vererek kendinle tekrar konuşmaya başladım: “Acaba bir zamanlar Anadolu ve Trakya’da bu tür gündelik sorunlar nasıl çözülürdü”? O dakika Türk gazeteciliğin yüz akı, edip ve şarkı sözü yazarı, muharrirler sultanı Ahmet Rasim Bey’i, çağdaşlarını, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu, “Anadoluculuk” akımı yazar ve şairlerini tekrar okumam gerektiğini düşündüm. İşin özü, Ağustos sıkıntı bana iyi gelmemişti. Sonbaharda mutlaka Beyazıt Devlet Kütüphanesi veya Taksim Atatürk Kitaplığı’na duhul ederek bu yazarların edebiyat külliyatlarını, eğer mümkünse birinci baskı kopyalarını çıkarttırıp okumam gerektiği kararına vardım. Hata eski alfabeyle basılmış olanları tercih etmem gerektiği konusunda kendi kendime ısrarcı oldum. Böylece yeniden gerçek hayatın sorunlarına dönebilecek kudreti nefsimde buldum ve hemen kasabanın yolunu tuttum. Araya sora bir bilgisayarcı buldum. Etrafındaki 1900 lü yıllardan kalma görüntülerini hiç bozmamış tuhafiye, pastane, berber vs. gibi dükkânların aksine ön cephesine cam giydirilmiş bu işyeri büyük şehir varoşlarından buraya ışınlanmış gibiydi. İçeri girdim, derdimi anlattım. İş sahibi delikanlı bilgisayarımı, ön kabloyu, şarj cihazını alarak içeri girdi, elektrik akımı ölçen bir cihazla bir şeyler ölçmeye başladı. Delikanlı kasaplarını yüzde doksanının yaptığı gibi işlediği şeyi önüne almış sırtını da bana dönmüştü. Bütün çabama rağmen ne yaptığını bir türlü göremedim. Nihayet bilgisayarımı, kablo ve şarj cihazımı önüme koydu ve “Şarj cihazınız arızalı.” dedi. Yenisi olup olmadığını sordum. Çünkü sonuçta eski bir bilgisayardı ve yedek parçasını bulmak zor olabilirdi. İnanılmaz bir şey: “Var.” Dedi. Yandaki dolaptan üzerinde “Retro” yazan bir paket çıkarttı. Açtı, bilgisayara takarak denedi. Evet, dolum ışığı yanmaya başlamıştı! Parasını ödedim, arızalı parçalarımı da alarak eve döndüm. Nerden aklıma geldiyse yeni ön kablo ile benim eski dolum cihazını birleştirerek bilgisayara taktım. O da çalışıyordu. Demek ki, dolum cihazı değil, ön kablo arızalıymış. Kendimi o kadar kötü hissettim ki, anlatamam. Aklımdan büyük büyük laflar geliyordu: “masumiyetini yitirmiş toplumlarda toplumsal ahlak, bireysel ahlak” vs. vs. Türk toplumu ne ara bu kadar yozlaşmıştı da, üç beş yüz liralık dolaplar çevirmeye kadar düşmüştü? Çok ciddi bir sıkıntı kapladı içimi. Biraz önce filmlerdeki tiplerle dalga geçerken şimdi o tiplerden bitinden kazık yemiş, hüsrana uğramıştım. Aklıma Mehmet Akif merhumun, “Ne ekmiştin ki mahsûl istiyorsun bir de ferdâdan / Senin meşrû olan hakkın bugün hüsran yarın hüsran” dizeleri gelince toplumun hangi ara bu hale gelmiş olduğu düşüncesi yerine, sürece bakmak lazım geldiği düşüncesi öne çıktı. Ülkenin her bir köşesindeki esnafı da diğer toplumsal katmanlar veya gruplar gibiydi. Aynı akvaryumda, içine pislediğimiz vıcık vıcık suyun içinde sarmaş dolaş yuvarlanıp gidiyorduk işte…

2 Eylül 2025 Salı

ALTIN PORTAKAL’DA ONUR ÖDÜLLERİ’NİN SAHİPLERİ BELLİ OLDU

62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, Onur Ödülleri bu yıl; Serap Aksoy ve Settar Tanrıöğen’e takdim edilecek. Türkiye’nin en köklü sinema etkinliği Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde bu yılki Onur Ödülleri’nin sahipleri belli oldu. 24 Ekim – 2 Kasım 2025 tarihleri arasında sinemaseverlerle buluşacak festivalde Onur Ödülleri; Serap Aksoy ve Settar Tanrıöğen’e takdim edilecek. 62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, Onur Ödülü’ne layık görülen Serap Aksoy, İstanbul Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü’nden mezun olduktan sonra Münih Müzik Akademisi’nde eğitimini sürdürdü. Devlet Opera ve Balesi’nde sanat yaşamına başlayan Serap Aksoy, tiyatro, sinema ve televizyon dünyasında 40 yıla yaklaşan kariyeriyle unutulmaz eserlere imza attı. 1983 yılında “Kartallar Yüksek Uçar” dizisiyle ekran yolculuğuna başlayan Aksoy, Atıf Yılmaz’ın yönettiği Değirmen filmiyle sinemaya adım attı. Aksoy, 1987’de “Yaprak Dökümü” dizisinde Fikret karakterini, yine aynı yıl “Yer Demir Gök Bakır” filminde Taşbaş’ın karısı rolünü üstlendi. 1989’da “Kantodan Tangoya” filminde oynadı. 1992 yılında Tunç Başaran'ın yönetmenliğini yaptığı “Piano Piano Bacaksız” filminde Kâmile karakterini canlandıran Aksoy, aynı yıl, Yavuz Özkan tarafından yazılıp yönetilen “İki Kadın” filmi ile 29. Antalya Film Festivali, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü kazandı. Film ayrıca 12. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde Yılın En İyi Türk Filmi ödülüne layık görüldü. 1993’te yapımcılığını Zeki Demirkubuz’un yaptığı “C Blok” filminde Tülay karakteriyle Fikret Kuşkan, Selçuk Yöntem ve Zuhal Gencer ile başrolde yer aldı. Piano Piano Bacaksız ve C Blok filmlerindeki unutulmaz rolleriyle Türk sinemasına damgasını vurdu. Aksoy, 1994’te “Geçmişin İzleri” ve 1995’te “Aşk Üzerine Söylenmemiş Her Şey” filmlerinde oynadı. 1999 yılında sahnelenen “Hayal Kurma Oyunları”nda Anne karakterini canlandırdı. 2005’te “Aşk Yolu” dizisinde Nigar Yalçıner rolüyle ekranlara dönen sanatçı, 2006’da “Hatırla Sevgili”, 2007’de “Kilit” filmi ve “Karayılan” dizisinde rol aldı. 2009’da “Kül ve Ateş” dizisinde Ayten İsfendiyar karakterini, aynı yıl “Sonsuz” filminde Sevim karakterini oynadı. 2010 yılında “Kukuriku - Kadın Krallığı” adlı filmde rol alan Aksoy, 2014’te “Yağmur: Kıyamet Çiçeği” filminde Güllü, yine aynı yıl “Güllerin Savaşı” dizisinde Cahide Hekimoğlu karakterini canlandırdı. Oyunculuğun yanı sıra sunuculuk da yapan Serap Aksoy; TV8’de yapımcısı olduğu “Alkışlar”, TRT2’de “Merhaba Beyler Talk Show”, Star TV’de “Serap’ın Ajandası” Kültür-Sanat Programı, Show TV’de ise “Neredesin” adlı çocuk realite show programlarını sundu. Onur Ödülü Kazanan Diğer İsim “Settar Tanrıöğen” 62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, Onur Ödülü’ne layık görülen Settar Tanrıöğen, oyunculuk kariyerine tiyatro sahnesinde başladı. Tanrıöğen, tiyatroda Bir Demet Tiyatro, Bir Kış Öyküsü, Dünyada Karşılaşmış Gibi (2019), Yedi Kocalı Hürmüz ve Üç Kurşunluk Opera yapımlarında rol aldı. Sinemaya 1996 yılında Yavuz Turgul’un yönettiği Eşkıya filmiyle adım atan Tanrıöğen, sonrasında ise Ardından Yara (1998), Yazı Tura (2003) ve 2 Süper Film Birden (2005) yapımlarında rol aldı. 2005 yılında Takva filmindeki performansıyla sinema kariyerinde önemli bir dönüm noktası yaşayan Tanrıöğen, Hayatımın Kadınısın, Kader, Polis, Nokta ve Vavien (2009) yapımlarında da rol aldı ve sinema kariyerine birçok film ekledi. Özellikle Vavien filmindeki performansı ile 2009 yılında 42. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Ödülleri’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı. 2010 yılında Çoğunluk filminde canlandırdığı karakterle bir kez daha övgü toplayan Tanrıöğen, bu performansıyla 43. SİYAD Ödülleri’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’ne layık görüldü. Aynı dönemde Gölgeler ve Suretler filmindeki etkileyici oyunculuğu sayesinde, 2011 yılında 22. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı. 2014 yılı, Tanrıöğen’in kariyerinde bir başka dönüm noktası oldu. Yağmur: Kıyamet Çiçeği, Toz Ruhu ve Nergis Hanım filmlerindeki performanslarıyla 21. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne değer görüldü. Ayrıca Nergis Hanım filmindeki başarısıyla 2015 yılında Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Oyuncu Ödülleri’nde Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu Ödülü’nü kazandı. Son dönemde Saklı (2015), Aşıklar Bayramı (2022) ve Bomboş (2023) filmleriyle sinema kariyerine yeni başarılar ekleyen Tanrıöğen, televizyon dizilerinde de unutulmaz karakterlere hayat verdi. 1994 yapımı Aziz Ahmet dizisiyle başladığı televizyon kariyerinde, Bir Aşk Uğruna (1994), Çiçek Taksi (1996) ve Bir Demet Tiyatro (1997) yapımlarıyla devam etti. 1998 yılında İkinci Bahar dizisindeki “Vakkas Resuloğlu” karakteriyle geniş kitleler tarafından tanınan Tanrıöğen, bu başarısını Utanmaz Adam (1998), Güneş Yanıkları (2000), Hızma (2002), Alacakaranlık (2003), Ödünç Hayat(2005) ve Gece Gündüz (2008-2009) projelerle sürdürdü. 2015-2017 yılları arasında yayınlanan Baba Candır dizisindeki “Salih Çelik” karakteriyle izleyicilerin beğenisini kazanan oyuncu, son yıllarda Kızılcık Şerbeti (2022-2024) dizisinde “Abdullah Ünal” karakteriyle televizyon ekranlarında bir kez daha güçlü bir performans sergiledi. Tanrıöğen, Kızıl Goncalar dizisinde “Saatçi Aziz” rolüyle izleyici karşısına çıktı. Settar Tanrıöğen, 2020 yılında “Bir Başkadır” dizisinde canlandırdığı “Ali Sadi Hoca” karakteriyle büyük beğeni topladı. 2024 yılında yayınlanan “Kuvvetli Bir Alkış” dizisiyle dijital dünyadaki başarısını pekiştirdi. 62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin “Onur Ödülleri”, festivalin 25 Ekim 2025, Cumartesi günü yapılacak açılış töreninde sahiplerine takdim edilecek.

29 Ağustos 2025 Cuma

ANTALYA ALTIN PORTAKAL FİLM FESTİVALİ ULUSAL YARIŞMALAR BAŞVURULARI KAPANDI

24 Ekim- 2 Kasım 2025 tarihleri arasında bu sene 62.’si gerçekleştirilecek Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, ulusal yarışma kategorilerine başvurular 22 Ağustos 2025, Cuma günü sona erdi.14 Temmuz 2025 Pazartesi günü açılan Ulusal Uzun Metraj, Ulusal Kısa ve Ulusal Belgesel Film yarışma başvurularına bu sene toplamda 352 film kaydoldu. Bir önceki yıl toplam başvuru sayısı 267’ydi. Altın Portakal’da Ulusal Yarışmalar’a Yoğun İlgi Türkiye’nin en köklü sinema etkinliği Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde; Ulusal Uzun Metrajlı Film Yarışması’na 45 adet uzun metrajlı sinema film başvururken, Ulusal Kısa Metrajlı Film Yarışması’na ise toplam 233 adet kayıt gerçekleşti. Bu sene Ulusal Belgesel Film Yarışması kategorisine ise toplam 74 adet film başvurusu yapıldı. Festivalin ulusal seçkilerinde yarışacak filmler için Türkiye’de ilk gösterim şartı bulunuyor. Bu sene 9 milyon TL’lik destek ile Türk sinemasına katkı sunacak olan Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ulusal seçkiler 5 Eylül 2025, Cuma günü açıklanacak. Festival kapsamında gerçekleştirilecek Sinema Okulları Öğrenci Filmleri Yarışması için başvurular 12 Eylül, Film Forum platformları için başvurular ise 22 Eylül tarihine kadar kabul edilecek. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ödüller 1 Kasım 2025, Cumartesi günü gerçekleştirilecek olan kapanış töreninde açıklanacak. Haberin Kaynağı: https://antalyaff.com/tr/