Han Duvarları şiiri, emperyalizme karşı zafer kazanmış bir milletin ediplerince var edilen Milli Edebiyat cereyanının en güzel şiirlerinden biridir. Faruk Nafiz bu şiirinde, savaştan yeni çıkmış bir vatan coğrafyasını bütün gerçekliğiyle, Türkçemize has bir incelikle resmederken araya bir Yemen Türküsü hikâyesi kadar gerçek, bir o kadar fantastik, acıklı bir öykü ekler.
On yıl var ayrıyım Kına Dağından
Baba ocağından yar kucağından
Bir demet dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben
Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben
Aslımı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışım ben
Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları şiirinde trajedisini anlattığı bu adam, Maraş Mevlevihanesi’nin kurucusu Mehmed Selim Dede’nin üvey oğludur. “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış” şu anda bir belgesel çalışmasıyla peşinden gittiğim bilinmezlerle dolu hayatını “evliyalara adamış” bir “Derviş Mehmetçik”tir evet ama kendini adadığı Şeyh Babası da bir sufi-kahramandır.
1854 (55?) tarihinde Şam’da doğan ve Alaüddevle Bozkurt Bey vakfından YUM/YOM Baba Tekkesi olarak yüzyıllarca hizmet verdikten sonra metruk kalan ocağı, Konya Asitanesi’ni onayı ile 1894 yılında Maraş Mevlevihanesi olarak dirilten, daha sonra kurucu Şeyhi olarak tayin edilen Mehmet Selim Dede, Osmanlı Devleti’nin en zor zamanlarında devletin kurtuluşu ve halkın selameti için insanüstü gayretler sarf etmiş bir Şeyh’tir.
Eskilerin deyimiyle “başının düştüğü yer” yani doğum yeri o zamanlarda Türk vilayeti Şam olan Mehmet Selim, Maraş nüfusunda ise “Guraba Defteri”ne kayıtlıdır. 1925 yılında vefat eden ve bugün mezar taşı bile bulunmayan Bu “garip” adam(!), günümüzde güle oynaya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı alan pek çok mültecinin aksine “emperyalizme” ve onun silahlı güçlerine karşı hayatı boyunca büyük bir mücadele vermiştir ve dediğim gibi bir mezar taşı bile yoktur!
Prof. Dr. Süheyl Ünver Hoca’nın defterinde Mevlevi Alayları listesine başta kendisi olmak üzere 13 Mevlevi dervişi ile girmiştir. Selim Dede ve müritleri iki buçuk üç yıl boyunca Şam civarında İngiliz ve Fransız emperyalistlerine karşı mücadele veren Türk askerlerine cephe gerisinde hizmet verip ordunun maneviyatını yüksek tutmaya çabalamıştır.
Çölde, ordu gerisinde mahrumiyet içinde vatana hizmet eden bu “çilekeş dervişler”in günümüz “konformist dervişleri” ile hiçbir bağı olmadığını yazmaya gerek var mıdır? Bence vardır!
II. Abdülhamid Han’ın taltifine de mazhar olan (Abdülhamit Han Mevlevihanenin yenilenmesini kendi cebinden karşılamıştır) Selim Dede, hayatı boyunca devletinin yanında olmuş, evlatlarını cepheden cepheye yollamış, devletin ellerine teslim ettiği ödenekleri dergâhı, dervişanı, gelip giden konukları için harcarken ailesi daima kıta kanaat etmiştir.
Bugün bu fedakârlığı ve tok gözlülüğü görebilmek için bu millet neleri feda etmez ki!
“Çocukluğunu yaşayamadan çocuk doğuran kızlar”, teslim edildikleri sözde güvenilir eşhas marifetiyle iffetiyle oynanan sabi mazlumlar, alnının terini silmekten alındaki kırışıklar yaraya dönmüş milletin vergilerini şahsi servete dönüştüren düzenbazlar etrafımızı bir kara bulut gibi kuşatmışken, kendisini gerçekten “adamış” güneşin ilk ışıkları gibi ruha dokunan mutasavvıflar nerede?
17 Aralık Şeb-i Arus haftası yaklaşırken bir tür serbest çağrışımla
dökülen bu satırları neden mi yazdım? Şundan:
Bahtına lânet olsun aşmadınsa bu dağı!”
* * * * * * * * * *
Derviş!
“Diri diri gömülen kıza suçu (!)
sorulduğunda:
Güneş dürülüp kararırmış,
Yıldızlar dökülüp sönermiş,
Dağlar sökülüp yürütülürmüş,
Denizler kaynatılırmış,
Gökyüzü sıyrılıp açılırmış,
Cehennem ateşi görünürmüş…”
Duymuş muydun?
* Fotoğraf altındaki yazı deşifresi: Saye-i diyanetvaye-i hazret-i padişahide inşa kılınan Mer'aş Mevlevî derkâr-ı şerifinin resm-i küşâdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder