13 Temmuz 2011 Çarşamba

Yaz Coşkun, Yaz…

Cahit Sıtkı ve arkadaşları dönemin diğer edipleri gibi sık sık mektuplaşırlardı. Bu mektupların daha sonra toplanıp yayınlanması geçmişin ilginçliklerini ortaya koyması bakımından çok işe yaradı.  vardı. Bunlardan biri edebi bir yapı olarak kabul edilen mektup türünün doğması olmuştur. Bu türün en iyi örneklerinden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mektuplarını sanıyorum Prof. Dr. Mehmet Kaplan veya ekibinden bir hoca toplamıştı. Tanpınar’ın mektuplarının bazı insanların başucu kitabı olduğu malummumuzdur! Öte yandan Cahit Sıtkı Tarancı ile mektuplaşan dostlarından birinin gönderdiği bir mektupta, şairi teşvik etmek için kullandığı “Yaz Cahit, yaz!” cümlesinin edebiyat dünyamızda bir slogan haline geldiğini sağır sultan dahi bilir…

İki haftadan beri bu köşedeki yazılarımı göremeyen vefakâr (ama sayıları az) okuyucularım için bir açıklama borcum olduğunu biliyorum. Bu sütunun boş kalmasının sebebi doktorumun, “Yaz Coşkun, yaz” yerine “Kalbin için yüz Coşkun yüz” demesidir… Bunun üzerine tası tarağı toplayıp doğru Saroz Körfezi’nin yolunu tuttum. Fakat her ne hikmetse suyu bir balık kadar seven ben, bu yıl suya girmek bile istemedim. Zoraki bir iki deneme, vücudumu kaşıntı tutması ile neticelendi.

Fakat nem oranı düşük ve rüzgârı bol Güneyli Köyü’nün havası bana o kadar yaradı ki, tüm ağrılarım, sızılarım geçti. İlaçlarımı muntazaman aldım.  Her sabah erkenden uyandım ve her akşam aynı saatte yattım. İlkokul eğitimini iyi almamış orta öğretim çocuklarının kompozisyon kâğıdındaki öykülemeye benzeyen kasvetli ve sıkıcı bir düzenekte yaşadım:

“Sabah uyandım. Elimi yüzümü yıkadım. Eşim kahvaltıyı hazırladı. Önce, karaciğerim kalp ve damar ilaçları ile çok yüklendiği için geçici olarak kullandığım ensülin iğnemi yaptım. Domates, salatalık, yağsız ve tuzsuz peynir ile diyet zeytininden oluşan kahvaltımı yaptım.  Yemekten sonra kan sulandırıcı hapımı, tansiyon hapımı ve tabii aspirinimi aldım.  Sonra denize gittim veya birini bulup iki el tavla oynadım. Kimi zaman İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan James C. Davis’in, Barış Bıçakçı tarafından dilimize aktarılan “İnsanın Hikâyesi” kitabını okudum.  Ara öğünlerimi hiç atlamadım. Öğle ve akşam yemeklerimi hep zamanında yedim…"

Okuduğunuz gibi, ilköğretim kompozisyon öykülerini andıran bir tarz-ı hayata tereddi etmiş bulunuyorum. Fakat tıpkı kadim bilgeler gibi bu durumdan memnun olduğum vaktiler oluyor. Allah bazen kulunun algısın açık tutarak, ona, hayatın hiç bilmediği yanlarını, renklerini ve tatlarını gösteriyor. Bugüne bilhassa sebzelerin ve diğer yiyeceklerin tadının nasıl tuz ve baharatla boğduğumuzu ancak bu diyetten sonra anladım. Tabiattaki her şeyin kendine göre muhteşem bir tadı var. İnsanoğlu bu tadı neden tuz ve diğer şeylerle değiştiriyor diye sormadan edemiyorsunuz orijinal tatları fark (veya daha doğru kelime idrak) ettiğinizde…

Netice olarak bu sütunda her hafta yazmam gerektiği, İstanbul’a döndükten sonra aklıma geldi. Uzanmış düşünürken aklıma Cahit Sıtkı’ya gönderilen mektuptaki o cümle geldi ve bu cümleye evirerek hemen kendime “Yaz Coşkun, yaz…” komutunu verdim. Ümit ederim siz de yazmamı istiyorsunuzdur.



Bu yazı 08 Temmuz 2011 tarihinde TGC Bizim Gazete'de yayınlanmıştır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder