13 Ekim 2009 Salı

Ergun Göze Ağabeyime Ağıt

KÜSTAH VE CAHİL
BİR DÜNYADA YALNIZDI




TERCÜMAN Gazetesi’nden ayrıldığında rahmetli Kemal Ilıcak çok üzülmüştü. O, çaresizlik içinde çırpınırken Ergun Ağabey bir başka biçimde acı çekiyordu. ÖmÜr harcadığı, Ahmet Kabaklı Hoca ile omuz omuza vererek en zor günlerinde sırtında taşıdığı Tercüman’dan ayrılmak onun için bir "inanç meselesiydi". Bunu Yaşasın Hatıralar isimli eserinde anlatır…

Uzun bir zaman Türkiye’de yazdı. Kars’ın o zamanki ilçesi Tuzluca’da askerlik yaparken hayretle gördüm ki sevenleri, sevmeyenleri onu okumadan edemiyorlar. Sonunda Boğaziçi Yayınevi’nde kendi bildiğince hayatına devam etmeyi seçti. Tercüme edip yayınladığı Aydınlar Yüzyılı ile Diktatörler Yüzyılı isimli eserlerin, sağ ve sol entelektüel çevrelerde büyük yankılar uyandıracağını ummuştu. Umudu boşa gitti…

Cağaloğlu’na gittiğimde Bizim Gazete’ye, Gazeteciler Cemiyeti’ne ve en son Boğaziçi Yayınevi’ne uğruyordum. Bu yıllarca sürdü. Sohbetlerini dinledim: sohbetlerin büyük bir kısmı simit, kaşar ve çaydan oluşan öğle yemeklerinde yapılırdı. Son sıralarda, dünyanın gidişatı karşısındaki hayret ve taaccübünü tekrarlıyordu. İstanbul gibi vahşi mücadelenin sürdüğü bir şehirde sohbeti dinlenilebilecek, samimiyetine güvenilebilecek nadir "ağabey"lerdendi…

Ölümünden önceki hafta perşembe günü yine uğradım. Bir hayli sohbetten sonra her zamanki gibi Cağaloğlu yokuşunu, Vilayetin karşı kaldırımından indik. Sirkeci üst geçidinin merdivenlerini tırmanırken bir ara "Dur oğlum, biraz yavaş!" dedi. Daima adımla hitap ederdi. İlk defa "oğlum" diyordu! Yavaşladık. Merdivenleri indikten sonra M. Fazıl Coşkun’un Nişantaşı’nda bir sinemada gösterilecek İmkânsız Aşk filmini seyretmeye gideceğimi söyledim. "Yine mi film?" der gibi yüzüme baktı. Bir ihtiyacım olup olmadığını sordu. Aşağı yukarı 5 yıldır "çağdaş medya!"da iş bulamıyordum! Tıpkı benim gibi o da "işsizdi". Bir zamanlar yazılarını cebinde taşıyan sağcı esnafların, işçilerin, işadamlarının, politikacıların medya patronu olmuş oğulları, bu tarafa göz ucu ile bakmıyorlardı bile.

O kadar küstah ve nadan bir dünyanın ortasında kalmıştı!
Vefat haberini TGC’nin cep telefonlarına gönderdiği kısa mesajdan öğrendim. Benim için gerçek bir şok oldu. Etimde, kanımda, kalbimde duydum ölümünün verdiği kederi, acıyı. Bu kadar müteessir olacağımı bilmiyordum. Sanki İstanbul’un bir yakası denize batmış ve yok olmuş gibi hissettim. O kadar çok yer etmiş beynimde varlığı.

Sevgili Ergun Ağabey, sana rahmet dilemekten ve ardından acı içinde sözlerini ve son zamanlardaki halini düşünmekten başka bir şey gelmiyor elimden.

Bir de şu kötü duygu içimde birikiyor: Sizin yazılarınızla büyüdüğünü söyleyen siyasiler, kendisine milliyetçi-muhafazakâr diyen bir kısım iş adamları, bürokratlar, nasıl bir zaruret içinde hayata veda ettiğinizi bilseler "Biz onun yazıları ile yetiştik!" demeye utanırlardı…

Çünkü hayatta iken böyle diyenlere şu cevabı verirdiniz de…

-İftira etmeyin. Benim yazılarımla yetişseydiniz Türkiye’nin ve Türk milletinin hali böyle mi olurdu?

Bu yazı daha sonra, 23 Ekim 2009 Cuma günü Bizim Gazete'de yayınlanmıştır.


















2 yorum:

  1. Ergun Göze ağabeyime yüce mevladan rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun inşaallah (amin)

    Evet, çok doğu onun yazılarıyla yetiştik diyenler, yetişseydi böyle mi olurdu?

    YanıtlaSil