Batı kültüründe, sözünü ettiğim algı daha farklıdır (Sıtkı'nın tutumu bu algıya yakındır). Batı kültürü, Karanlık Çağlar’dan beri, hayattan, ölümden ve ahretten “korku” üretmeyi, ürünlerini çeşitli şekillerde pazarlamayı marifete dönüştürmüştür.
Mesela Osmanlı dönami Türk hayatını çizen Batılı ressamlar, İstanbulluların mezarlık ziyaretini resmetmişlerdir; bu gravürlerde, resimlerde korkunun iması, zerresi yoktur. Tersine sanki kır gezisine çıkmış insanların ferah havası vardır. Batılıların mezarlıkları ise sanat ürünlerinde pek çok defa dayanılmaz derecede kasvetli bir şekilde yansıtılır: “zombi”ler, “kurt adam”lar, “karanlıklar prensi”, “vampirler” bu mezarlardan çıkar veya bizzat ogün yaşadıkları hayattan üretilirler.
Doğu ve Batı’nın mistik algılarında fark vardır: Bir Doğulu çileye “Vahdet-i Vücut” veya “Vahdet-i Şuhut” için soyunulur. Bu mertebelerden birine erişebilmek iddiasıyla "çile çekilir". Kişi bir hücrede az yiyerek, uyumayarak, ışıktan mahrum biçimde 1000 gün boyunca çile doldurur. Sonunda yukarıdaki mertebelerden birine ulaşır veya ulaşamaz. Dikkat: bütün bunların gerçekleşebilmesi için kişinin “gönüllü olması” gerekir…
İşkence Odası (Martyrs) filmini izlerken aklımdan bunlar geçiyordu. Hikâye bir takım sürprizleri içerdiği için üstü kapalı yazmak zorundayım. Şu kadarını söyleyeyim, “ölümden sonrasını merak” insanlığın ortak duygusudur ki, yaşama içgüdüsünün vazgeçilmez dürtüsü olduğunu düşünürüm…
İşkence Odası, insanoğlunun yüz binlerce yıldan beri merak ettiği ancak kesin
Öldük, ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü?
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü.
Alıştığımız bir şeydi yaşamak.
Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok;
Yok, bizi arayan, soran kimsemiz.
Öylesine karanlık ki gecemiz,
Ha olmuş ha olmamış penceremiz;
Akarsuda aksimizden eser yok.
HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMAK!
Bu aralar yerli filmlere “ilan-ı aşk” ediyordum. Doğrusunu söylemek gerekirse sevgili belleyebileceğimi düşündüğüm filmlerin beni feci biçimde aldatabileceğini anladım. Mesela, Benim ve Roz’un Sonbaharı barışçı, birleştirici, haktan yana
Unutmadan: Şeyh Galib’in, Hüsn ü Aşk mesnevisindeki, “Bin başlı, nakışlı ejderhaların arasında ve alev denizinde yüzen balmumundan gemiler” beyitindeki “Balmumundan Gemiler” imgesinin harcanması çok hoyratçaydı. Yazık!
ALLAHIM KELEBEK’ÇİLERİ AFFET!
Haftanın hayal kırıklığı yatan diğer filmi Kelebek, başlı başına bir yazı konusu... Bu yüzden, iki saat boyunca, film kahramanları tarafından birkaç defa çekilen tövbeyi değişik biçimde tekrarlamak istiyorum:
-Allah’ım Kelebek ekibini affet!
-Allah’ım Kelebek ekibini affet!
-Allah’ım Kelebek ekibini affet!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder