24 Nisan 2009 Cuma

Gazi Mahallesi Gençleri... Şehrazat’ın Sekiz Günü!..

İKİ GÜZEL FİLM DAHA

Ülkemizin içeriden ve dışarıdan maruz kaldığı sert darbeleri komplo, fesat veya ihanet gibi kavramlarla izah edebiliriz… Bu düşünme biçimi bizi doğru yere götürür mü?

Biliyoruz ki, ülkemiz hem içte hem dışta ciddi dayatmalara sahne oluyor ve yine biliyoruz ki, bunların bilhassa ikisi; soykırım ve etnik ayrımcılık birer fesat, birer komplo hareketleridir. “Ama komplo kuranların ellerinde hiçbir tutamakları yok mudur?” sorusunu mutlaka sormalıyız.

Sinema sanatının güncel sorunlarımızı neredeyse dolaysız ve sıcağı sıcağına dile getirme imkânı var. Sanatın önemli bir gücü yaşananlardan yola çıkarak iç ve dış sorunları, gündelik (bayağı, oy peşinde sefilleşen) politikaların düştüğü tuzağa düşmeden anlatabilme yeteneğidir.


SAMİMİYET VE CESARETİNİ SEVDİM

Geçen haftaki yazımda bu alanda başarılı bulduğum iki filmi alkışlamıştım. Bu hafta iki yerli filmden bahsedeceğim. Bunlardan ilki Aydın Bulut’un yönettiği Başka Semtin Çocukları.

Mehmet Ali Nuroğlu, Eyşan Özhim, Bülent İnal ile İsmail Hacıoğlu’nun başlıca rolleri paylaştığı film gazete ve TV’lerde daima olumsuz haberlerle yansıyan, gitmeye, yanından geçmeye korkar hale geldiğimiz Gazi

Mahallesinde yaşayan insanlarımızı anlatıyor. Filmi seyrettikçe görüyoruz ki, bu insanlar bizim gibi yiyor, içiyor, seviyor, sabahtan akşama kadar ekmek parası için çalışıyor, öfkeleniyor, acı çekiyor. Kendi ülkesinde bir tür “öteki”ne dönüştürüldüğünü veya öteki imiş gibi algılandığını düşünüyor…

Kimi sahnelerinde gözyaşlarımı tutamadığım filmdeki tüm ekibi başarılı bulduğumu vurgulamalıyım. Cesur ve yalansız bir filme imza attığı için
elbette Aydın Bulut’u en başta… Oyuncu olarak filmde en çok etkilendiğim isim, İsmail Hacıoğlu oldu! Genç oyuncu mesela Kabadayı filminde iki güçlü oyuncunun arasında –bilhassa Kenan İmirzalıoğlu’nun karşısında- daima zayıf kalan bir karakteri canlandırdığı için oradaki oyunculuğu ortaya çıkamıyordu. Fakat işte İsmail, Başka Semtin Çocukları’nda öfkeli, asi bir delikanlı karakterini ustalarına taş çıkartacak bir güçle seyirciye aksettirmeyi beceriyor.

Filmin, televizyonlara çıkıp ahkâm kesen medyatik sosyologlar tarafından bilhassa izlenmesini tavsiye ediyorum. Film bu topraklarda yaşayan insanımızı dürüst, yalansız ve cesaretle anlatılmış hikâyelerinden biridir.


KLİŞELERDEN UZAKLAŞMA ÇABASI

Yönetmen Cemal Şan, üçlemesinin ikinci filmi olan Dilber’in Sekiz
Günü’nde (birincisi Zeynep’in Sekiz Günü idi) daha sanatkârane bir dil kullanarak bilhassa kadın karakter Dilber’i idealize etmiş. Zeynep’in iflah olmaz trajik kaderine ve trajik biçimde bu kadere razı oluşuna karşılık Dilber kafa tutabilen bir karakter olarak öne çıkıyor. Şan, bu hikâyede nispeten erkek karakterleri (baba, sevgili ve damat adayı figürleri) zayıf tutarken bilhassa “aile içi kararla cinayete kurban gitmeye yazgılı” Dilber’i, deyim yerinde ise (Şehrazat)laştırıryor! Ülkemizin gerçeklerinden biri olan kız evlatların “ahırdaki mal” gibi alınıp satılması, buna kafa tutanların telef edilmesi klişelerinin dışına çıkan Cemal Şan, hikâyesinde çok saklanmış biçimde mezhep ve etnik farklılıkların, aşk hikâyelerini trajediye dönüştürebildiğini ama buna cesur kadınların karşı durabileceğini vurguluyor…

Ben öyle anladım, fakat Şan, “Ben ne söyledim, sen ne fehmeyledin, bay eleştirmen?” diyebilir.


Bu Yazı 24 Nisan Cuma Günü Bizim Gazete'de Yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder