22 Ekim 2023 Pazar

Filistinli Ali: Yüzyıl Sürse de Kazanacağız!

Yönetmen Steven Spielberg'in filmi Münih (Munich, 2005), Filistin-İsrail sorununu gerçek olaylardan yola çıkarak anlatan ve tam da şimdi hatırlanması gereken filmlerden. Tıpkı Akbabanın Üç Günü (Three Days of the Condor, 1975) gibi… Spielberg, Münih filminde sinemada eski ustalarca neredeyse “sanat sanat içindir” yaklaşımıyla yaratılan pek çok öğeyi (Mesela Alfred Hitchcock’un masa altındaki bombası gibi) hayat pratiği bağlamına ekleyerek birer etik-felsefi seviyeye çeker. Diğer taraftan hikâyenin özü bağlamında hem Arap ve Yahudi bakış açılarının, hem de filmin başkahramanı Avner’in (Eric Bana) dönüşümüyle ortaya çıkacak üçüncü bakış açısını büyük ustalıkla dile getirir. Böylece filmini özgün bir görsel işitsel anlatıya dönüştürürken hikâyesinin katmanlarını ahlâki-felsefi sorunsallar olarak aktarır. Filmin pek çok yerinde hiçbir ikinci anlamaya yer vermeyecek konuşmalar yapılır: bunlar doğrudan seyircinin beynine çivilenmek içindir. Münih’in bir başka özelliği, söylenenden çok “söy-le-ni-le-me-ye-ni” aklı başında seyirciye derinden “duyurmasıdır” (Final sahnesinde Avner ile Ephraim’in (Geoffrey Rush) konuşmasındaki gibi: Avner: Bu gece evime yemeğe gel. Hadi. Sen Yahudi’sin, yabancısın. Gelip ekmeğimi bölüşmeni istiyorum benimle. Ephraim, ekmeğini bölüş benimle! Ephraim: Olmaz!). Münih’in en önemli sahnelerinden biri Filistinlileri avlamaya görevli İsrailli katillerle Filistinli bir grubun, Yunanistan’da aynı “güvenli ev”de pişti oldukları sahnedir. İsrailli suikastçılar kimliklerini gizler. Suikast timinin baş tetikçisi Avner ile Filistinli Ali (Omar Metwally) arasında şu konuşma geçer: Ali: Arap devletleri, er geç İsrail’e karşı çıkacak. Filistinlilerden hoşlanmıyorlar ama Yahudilerden de nefret ediyorlar. 1967’deki gibi olmayacak. Bütün dünya, İsraillilerin bize yaptıklarını görecek. Mısırla Suriye saldırdığında yardım etmeyecekler. Ürdün bile. İsrail tarihe karışacak. Avner: Bu bir hayal. Asla sizin olmamış bir ülkeyi geri alamazsınız. Ali: Yahudi gibi konuşuyorsun. Avner: Hadi oradan. Zaten bildiğin şeyi söyleyen, kafanın içindeki sesim ben. Senin ve halkının pazarlık edecek hiçbir şeyi yok. O toprakları asla geri alamayacaksınız. Hepiniz mülteci kamplarında Filistin’i bekleyen yaşlı adamlar olarak öleceksiniz. Ali: Bir sürü çocuğum var. Onların da çocukları olacak. Yani sonsuza kadar bekleyebiliriz. Gerekirse tüm dünyayı Yahudiler için yaşanamaz bir yere çevirebiliriz. Avner: Siz Yahudileri öldürdükçe dünya onlar için üzülüyor ve sizin hayvan olduğunuzu düşünüyor. Ali: Evet. Fakat o zaman dünya bizi nasıl hayvana çevirdiklerini de görecek. Kafeslerimizdeki şartları sorgulamaya başlayacak. Avner: Siz Arapsınız. Araplar için bir sürü yer var. Ali: Sen Yahudi sempatizanısın. Siz bütün Almanlar, İsrail’e karşı fazla yumuşaksınız. Evet, bize para veriyorsunuz ama Hitler yüzünden suçluluk duyuyorsunuz. Yahudiler de bu suçu istismar ediyor. Benim babam hiçbir Yahudi’yi gazla zehirlemedi. Avner: Söyle bana Ali. Ali: Neyi? Avner: Gerçekten de babanın zeytin ağaçlarını mı özlüyorsun? Gerçekten de geri almak zorunda olduğunu mu düşünüyorsun o yoksunluğu? Kurak topraklarla taştan evleri. Çocukların için istediğin sahiden bu mudur? Ali: Kesinlikle öyle. Yüz yıl sürecek belki ama biz kazanacağız. Yahudilerin kendi ülkelerini almaları ne kadar sürmüştü? Bir vatanın olması ne demek bilmiyorsun sen. (…) Biz ulus olmak istiyoruz. Vatan her şey demek. Akbabanın Üç Günü ve Münih filmlerini bütün okuyanlarıma şiddetle tavsie ediyorum. Günümzde yaşadıklarımıza dair iki spot!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder