SAYFALAR

30 Temmuz 2023 Pazar

Oppenheimer: Çok Hoş Bir Ölüm Şekli Yaratan Adam!

Yönetmen Christopher Nolan, sinema salonlarına yine kendinden çokça bahsettirecek bir filmle, Oppenheimer ile avdet etti: Başladığı saniyeden neredeyse son saniyesine kadar salonda döne döne tepeme inen müzikleri, 2 D formatında izlememe rağmen perdedeki hayranlık verici görüntü netliği ve daha pek çok üstün sinemasal etkilere rağmen filmin ruhuna hiç ısınamadım. Doğrusu, Batı Uygarlığının çelik kolonu teknolojinin, onu üreten bilimsel zihniyetin toptan terk edilmesi gerektiğini içtenlikle arzulayanlardanım. Pozitivist bilimsel zihniyet ve ürettiği teknoloji, tek tek bireylerin hayatına yumuşak dokunuşlar yapıyor, her şeyin iyiye gittiğini düşünmesini sağlıyor ama diğer yandan dünyayı yaşanmaz hale getirenin bu zihniyetin ta kendisi olduğunu biliyor ve ona hiç güvenemiyorum. Çünkü bu bilimsel zihniyetin, daha doğmadan önce bile “iyi olmadığı için bozulmayan” bir ahlâki paradoksun ürünü olduğu artık apaçık bir hakikat!

Christopher Nolan, bu ahlaki sorunsalı “atom bombasının babası” lakaplı Oppenheimer üzerinden tartışıyor. Filmin senaryosu uyarlama olsa da sonuçta bu “bir Nolan filmi”. İçiyle dışıyla, artısıyla eksisiyle, taraflılığı ya da tarafsızlığıyla her şeyiyle yönetmene ait. Nolan, Oppenheimer’ın hikâyesini anlatmayı seçeceğine, yani cin şişeden çıktıktan sonra daima kötülük üretecek karanlık tarafın pişmanlıklarını, çaresizliklerini, vicdan azabını anlatacağına başka bir “anlatı” kurgulayabilir miydi?

Başta Oppenheimer olmak üzere, atom bombasını geçekleştiren ve onu devlet erkine teslim eden, daha sonra Japon halkının üzerinde kullanılmasına karar veren zevatın, ‘karanlık alandaki’ varlıklarının aksine bembeyaz bir alanda duran, kararı protesto ederek ABD Deniz Kuvvetleri müsteşarlığından istifa eden Ralph Bards’ın temiz vicdanı ve aldığı karar dikkate değer değil miydi? Değil mi, ahlak gri alanı reddeder. Çünkü ahlak siyah beyazdır. İyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi nettir.

Samimi düşüncem şudur: Oppenheimer filmi, etik anlamda, “utanç verici bir anlatı” olarak yönetmenin hanesine not edilmiştir. Dilim varmıyor ama Nolan biraz daha ileri gitse, “Amerika resmi anlatısı kadar yüzsüzleşecek”miş. Bu vadide ilerlemekte ısrar ettiği takdirde bir sonraki filmi “Şeytan’ın Vicdan Azabı” bile olabilir!

Yönetmenin filminde yarattığı karanlık atmosferde tutunacağı bir tek “iyi” şey yok muydu? Vardı! O da, Oppenheimer’ın sürekli “çığlık atan” bebeğiydi! Tüm filmi kuşatan devasa gürültüyü yırtıp kulakları tırmalayan bebeğin çığlıkları, adeta yaratılan vahşetin büyüklüğüne dair bir işaretti. Nolan gibi bir yönetmenin o çığlığın peşine düşmesini umardım.


Günün Alıntısı

Müthiş Güzel Bir Manzara

Amerikan malı atom bombası 6 Ağustos 1945 günü Shima Hastanesinin 600 metre üzerinde patlatıldı. Saniyeler içinde 100 bin kişi buharlaştı!

Başkan Turuman, sivil kayıpları önlemek üzere yeni bombanın “önemli bir askeri üsse” atılmış olduğunu açıkladı. Fakat bir ay sonra, müttefiklerin işgali altındaki Japonya’dan sızdırılan bir rapor bütünüyle farklı bir tablo ortaya koyuyordu.

Hastalar neredeyse eriyip öldüler… Sonra insanlar… Bomba patladığında burada olmayanlar bile hastalanıp öldüler. Gözle görünür bir neden olmaksızın sağlıkları bozuldu. İştahlarını yitirdiler, saçları dökülmeye başladı, vücutlarında mavimsi lekeler görüldü; burunları, ağızları ve gözleri kanamaya başladı. Vitamin enjekte etmeye başladık ama iğne deliğinin etrafındaki etler çürüdü. Ne yaparsak yapalım hastalar öldü.    

ABD kendi raporunu yayımladı. Bir hükümet raportörü bombanın “heykeltıraşların gıpta edeceği kadar güzel bir manzara oluşturduğunu” yazdı. Bu öyle güçlü bir manzaraydı ki kişi kendisini “doğaüstü bir şeye tanıklık ediyormuş gibi” hissederdi. Bir general, bir grup bilim insanının Hiroşima’da radyasyondan iz bulunmadığı konusunda Kongre’yi temin etti. Zaten her hâlükârda radyasyon zehirlenmesi “çok hoş bir ölüm şekliydi”.

 

Martin Cohen, 101 Ahlak İkilemi, İş Bankası Kültür Yayınları

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder