Film, bir western gibi başlar. Çölde üç atlı “John Wick geliyor” diye korkuyla bağırıp kaçarken, arkalarında siyah bir ata binmiş, takım elbiseli katil “Baba Yaga” onları kovalar. Kaçan bedevilerin kaç defa “John Wick geliyor” dediğini hatırlamıyorum ama birkaç yüzyıl önce Akdeniz’de İtalya, Fransa ve İspanya limanlarına akın eden Türk Korsanlarını gören Frenklerin de “Türkler geliyor” diye defalarca çığlık attıklarını tarih yazıyor.
Sonunda kovboy John Wick üç bedeviyi at koştururken haklar. O kadar nişancıdır yani! Bir önceki filmde hayatta kalmak için diyet olarak verdiği yüzüğünü kadimlerin “nöbetçi şeyhinden” ister. Bu alelade bir isteme şekli değildir. Sanırsın ki, İngiltere Kralından şövalyelik unvanı alacak bir aday gibi dizlerini kırar öyle ister. Olumsuz cevap üzerine “kadimlerden” olan çölün “nöbetçi şeyhini” indirir…
Bu giriş hem siyasi hem sinemasal bir içerik barındırır. Aklı başında her film eleştirmeni şu iki şeyi anlar. Bir: Western gibi başlayan bir film, eğer yönetmende şu kadarcık bir sanat namusu varsa western gibi biter. İki: Seri, her ne kadar aslen emekli bir Rus kiralık katil olan John’ın kanserli karısının hediye ettiği yavru köpeğin yine bir Rus oligarkın şımarık oğlu tarafından öldürmesinin intikamı gibi New York sokaklarında başlasa da aslında mesele o kadar basit değildir. İşin içine, incelikle gizlemeye gerek kalmadan politika da sıkıştırılmış bir Hollywood paketidir.
“Western gibi başlayan western gibi biter” kuralına dönersek, dördüncü filmde yönetmen bunu hakkıyla yerine getirmiş. “Baba Yaga” lakaplı Ortodoks mezhepli kiralık katil John Wick, “High Table” (Yuvarlak Masa’dan mülhem olmalı) yöneticilerinin yeni şımarık çocuğu ve baş düşmanı Fransız Marki’yi (Bill Skarsgård) Paris’teki kalesinden çıkartıp öldürmek için “özüne, genetik ailesine” döner. Böylece, New York’un meşhur ve maruf kiralık katil yuvası Continantel Oteli yerle bir ettikten sonra bir başka kiralık katil yuvası “Osaka Cotinantal”i ve John’ın arkadaşı olan sahibini de yok eden Fransız Marki’yi, “düelloya” davet etme hakkını kazanır.
Westernlerin olmazsa olmazından birisi de düello değil midir? Tabii ki düellodur. Diğeri de kanun kaçağının başına konan ödüldür. John her geçtiği caddede kaldırımın iki tarafına dizilmiş “barlarda”, ellerinde telefon “ölüm ihalesi ilanı” bekleyen kiralık katilleri temizleye temizleye ve bize Paris’te bir turistik tur hediye ederek yol alır. Bir gece vakti Şanzelize Caddesi ve Zafer Takı’nın etrafında otomobil, motosiklet ve yaya olarak üzerine çullanan yüzlerce kiralık katili kafalarına sıkarak hedefi olan Marki’ye doğru ilerler. Önemli detay: cadde boyunca ve takın etrafındaki mücadele de yine bir western kalıbı uyarlanmasıdır. Çember olmuş at arabalarını etrafını kuşatan kovboyları veya Kızılderilileri hatırlayın…
John, Fransa’nın meşhur mekânlarından Beyaz Kilise önünde rakibi Marki ile şafak sökmeden buluşacaktır. Bütün gece boyunca sokaklarda haşerat temizledikten sonra sözleştiği yere varmak için 200 basamak civarındaki merdivenleri yine başına konan ödül için kendini öldürmeye gelen kiralık katilleri temizleyerek çıkmak zorunda kalır. Öldüre öldüre çıkar ama tam zirveye varacakken yediği bir tekme ile tekrar başladığı yere yuvarlanır (tabi hiçbir kemiği kırılmaz, hiçbir kası ezilmez). Tıpkı üçkâğıtçı Yunan tanrılarının cezalandırdığı Sisifos gibidir. Kalkar ve yeniden başlar. Bir kere daha yuvarlanır, bir kere daha zirveye tırmanır.
Sonunda kızının hayatını kurtarmak için John Wick’i öldürmeye zorlanan Caine (Donnie Yen) ve köpeğini ölümden kurtardığı bir başka kiralık katil Tracker (Shamier Anderson) ile beraber zirveye çıkar. Bu sırada güneş ufuk çizgisinden ilk ışıklarını salar. Düelloda iki arkadaş, John ve Marki’yi temsilen Caine birbirlerini öldürmek için ateş etmezler. Her ikisi de yaralanır ama aslında bu ıskalayışlar John’a yeni bir fırsat vermek içindir. Tabii bu fırsatın ne olduğunu burada yazarsam okuyucularım bana çok kızar ve bir daha film eleştirisi yazıları okumazlar…
Finalde açık etmemde herhangi bir sakınca olmayan şey ise Jonn Wick 4’ün bir western gibi başlayıp yine western gibi bitmesi. Klasik kovboy filmlerinde filmin başkarakteri güneş batarken akşam kızıllığına doğru at sürer. John Wick 4’te ise bu alacalı bulacalı final şafak vaktiyle seyirciye aktarılır. O kadar söyleyeyim bari…
Not: Film boyunca düşmanlarının John’a sıktığı kurşunların, finale kadar neden bir leblebi kadar tesir etmediği konusunda çözümleme yapabilen bir sinema yazarı varsa lütfen bu analizini bana bildirsin ki, okuyucularla paylaşabileyim :)
GÜNÜN SÖZÜ
Sinema, farklı zamanlarda farklı yerlerde farklı dünyalara ait iki insanının bir araya getirme sanatıdır.
Prof. Dr. Alim Şerif Onaran
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder