9 Ekim 2022 Pazar

59. ALTIN PORTAKAL VE KASABA KAPANI

59 uncu Antalya Altın Portakal Film Festival ulusal bölümünde on film yarıştı. Filmlerin birkaçı Kültür Bakanlığı destekliydi. Sinema Genel Müdürlüğü desteği olmasa festivallerde yarışacak yeterli film bulabilir miyiz kuşkulu! Üstelik devletçe desteklenen filmlerin içerik olarak tamamen özgür bırakılmış olduğuna şahit oluyoruz… İzlediğim yapımlardan çoğunun, Türk toplum yapısına bakışına katılmıyorum ama özellikle ikisi “bana rağmen ödülü hak ediyor” dedirtecek cinstendi:) Bir film, dayandığı temel fikir ne olursa olsun, söylemek istediğinden çok nasıl söylediği bağlamında sinema eseri olarak bizde etki bırakıyor.

Anlatılır ya: Dilencinin biri kaldırıma oturmuş avaz avaz şarkı söylüyormuş. Oradan geçen adam dilencinin okuyuşundan rahatsız olmuş. Çıkartıp bir altın lira vermiş. Dilenci şaşkın şaşkın sormuş: Çok mu beğendin beyim? Adamcağız esefle cevap vermiş: O çil altını sana bir daha şarkı söyleme diye verdim. Çek git başka işle uğraş… Kısacası, sanat eserini sanat eseri yapan anlattığı hikâyeden çok, anlatma biçimidir, demek bizi biçimci yapar mı bilmiyorum ama üslup sanatın bel kemiğidir, bundan eminim.

Kapandan Kurtulamamak

59 uncu Altın Portakal ulusal yarışma bölümünde seyrettiğim bazı filmler bana dejavu yaşattı. Yeni nesil sinemacıların ortak özelliği, Türk sinemasını, kasabaya hapsetmek olmuştu. “Kasaba saplantısı”nın devam ettiği belli oldu.  Anadolu coğrafyasının çeşitli bölgelerinde çekilen kasaba filmlerinde, batı bölgelerimiz ve Orta Anadolu bölgemizden yansıyan hikâyelerde kesif bir karamsarlık, karakterlerin iflah olmaz kötücül varlığı, yayılan ağır kokuya(!) rağmen toplumun toptan kendi pisliğinin üstünde yaşamaya devam etmesi anlatılırken geriye kalanlarda “acımasız coğrafya, faşist/ceberrut devlet, mutlu azınlık veya eşraf zorbalığı, mazlum birey” filmleri güzellemeleri yapılagelir. 

59 uncu Festivalde de farklı yönetmenlerin tezgâhından çıkan kasaba filmleri, sanki birileri onlara bazı kodlar vermiş de bunların yer aldığı hikâyeler yazıp çekin demiş gibi aynı kodları içeriyordu. Mesela “domuz”, mesela “avcı” mesela “obruk” / “orbuk”, mesela kasabaya dışarıdan gelen “yabancı/öteki”, mesela “cinsiyetçilik”, “cinsel ayrımcılık”, “homofobi”  gibi… Ama aslında bu kodlar sanatçının ontolojik tercihiyle de ilgili temel bir durumdur ve asıl önemli olan bu felsefî tercihtir.

Yaşar Kemal’in Tenekesi

59 uncu Festival’de yarışan Emin Alper’in “metafor, teşbih ve göndermeler matruşkası” olan filmi  Kurak Günler’i izlerken doğrudan Yaşar Kemal’in 1954 yılında yazdığı Teneke romanını hatırladım. (Teneke romanında kasabaya gelen genç kaymakam Fikret’i içki âleminde kumpasa düşürüp adını rüşvetçiye çıkartan yozlaşmış eşraf, onu sürgün ettirir. Kaymakam kasabayı terk ederken, ardından iplere teneke dizerek “kuyruğuna teneke bağladık, gönderdik” havası yaratılır. Yani onu it yerine koyarlar!) Alper’in Kurak Günler filminde genç bir savcı kasabaya gelir, kasaba eşrafının oğlunun kanunsuzluklarını soruşturduğu sırada “oturak âleminde” kumpasa düşürülür vb. vb. Unutmadan: 1954 Türkiye’si ile 2020’ler Türkiye’si arasında muazzam değişim Alper’in senaryosuna da yansımış.

Aslında bu sadece iki hikâyenin benzeşmesinden biraz daha fazla bir şey: Kara Bibik ile köyde başlayan, Köy Enstitüleri nesli romancılar tarafından sürdürülen ve sosyal değişmeyle daha sonra kasaba dramlarına evirilen gerçekçi roman sinemacılarımızı da ciddi şekilde etkilemiştir. Bu türden çok fazla filme sahibiz. Üstelik “kasaba kapanı” izleğindeki filmler sadece yeni sinemacıların değil, yerli ve yabancı film festivaller jürilerinin de çok beğendiği bir tema olageldi…Aslında daha net ve sert bir ifadeyle söylemek gerekirse, yönetmenlerimiz hâlâ "vurun kahpeye" filmi çekmeye devam ediyor...

Anahtar Kelime: Orbuk

Eli yüzü düzgün bir diğer film, Özcan Alper’in Karanlık Gece filmiydi. Bu sefer bir dağ kasabasında, gençlerin yaptığı bir linç vakasını vicdan azabı ekseninde anlatan bir hikâye anlatılıyor. Anahtar kelimesi “Orbuk” olan film zor tabiat şartlarında çekilmiş iyi bir çalışmaydı. Sinema dili gittikçe gelişen Özcan Alper’in “Kasaba Kapanı”ndan kurtulmasını sabırsızlıkla bekleyeceğiz.

Oda Tiyatrosu Oyuncuları

İsmet Kurtuluş ve Kaan Arıcı’nın yönettiği LCV filmi bir tiyatro metninin peliküle aktarılması ama üç oyuncunun, Ushan Çakır, Melisa Şenolsun ve Cem Yiğit Üzümoğlu’nun zevkle izlendiği bir film olmuş. Bu arada, Onur Ünlü festivalde yarışan filminin adını bilerek mi Bomboş koymuş yoksa fimin bomboş olduğunu bildiği için mi çözemedim! Ne kara, ne komik, ne de festivallik bir filimdi…


METİN AKPINAR VİYANA BOZGUNU YORUMU

59. Antalya Altın Portakal Film Festivali etkinlikleri kapsamında Antalya Spor Salonunda halkla buluşan Metin Akpınar, seyircilerinin sorularını tek tek cevapladı. Bu sorulardan birinden yola çıkarak, Batı kültür hegemonyası üzerinde durdu. Akpınar, Türklerin Viyana’yı iki kere kuşattığını, bu kuşatmanın aslında “Katolik sınırı” aşma denemesi olduğunu vurguladı. Daha sonra konuşmasını tarih felsefesine girmekten kurtardı ve espriyi patlattı: “Eğer Katolik sınırı aşsaydık Beethoven nişaburek makamında beste yapar, Michael Jackson da hicaz okurdu!

* * *

GÜNÜN SÖZÜ

Zor diyorsun. Zor olacak ki, imtihan olsun. 

MEVLANA

 

Yeni Çağ linki

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/59-altin-portakal-ve-kasaba-kapani-585459h.htm 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder