4 Ekim 2017 Çarşamba

Bodrum Türk Filmleri Haftası “Franchise Festivallere” karşı!

Cenk Sezgin ve konukları (Ftgrf: Ufuk Cebeci)
Türkiye’nin Oscar aday adayı Ayla filminin, adeta “Dünya Prömiyerinin” yapıldığı Bodrum Türk Filmleri Haftası yedinci defa yapıldı. Üçüncüsüne de davet edildiğim bu özel sinema etkinliğini, geçen yıllar içinde kendini aşarak daha yükselmiş buldum. Bodrum Türk Filmleri Film Haftası’nın ardında sinemacı bir ailenin durduğunu yavaş yavaş herkes duyup öğrenmeye başladı: Sezgin ailesi. Cenk Sezgin, Ayşegül Sezgin ve Gülce Sezgin…

Cenk Sezgin, Türk Sinemacılığı için sessiz sedasız çalışan bir “emekçi”. Bodrum Türk Filmleri Haftası için yedi yıldan beri ailesinin desteğini de alarak, maddi ve manevi gücünü esirgemeden kullanıyor. Gerektiğinde bir planlamacı, bir organizatör… Gerektiğinde konuklarını bizzat karşılayarak transfer eden mütevazı bir ev sahibi… Gerektiği için sinema salonlarının tekelde toplanmasına karşı duran bir direnişçi olarak duruş sergiliyor.

Bundan dört yıl önce 3. Bodrum Türk Filmleri Haftası’na davet edildiğimde tanışmıştık. “Cenk Sezgin” diye takdim edildiğinde aklıma ister istemez tok sesi ile söylediği türküleri dinleyerek büyüdüğümüz Ahmet Sezgin gelmişti. Oğlu muydu? Sordum ve evet, oğluydu. Benim için mutlu bir andı çünkü çocukluğumda radyodan türkü dinleyerek büyüdüm ve Ahmet Sezgin’in türkü zevkimi yapan sanatçılar arasında apayrı bir yeri vardı! Ne miydi o türküler: Gele gele geldim anam bu kara taşa, Bir Of Çeksem Karşıki Dağlar Yıkılır, Değmen Benim Gamlı Yaslı Gönlüme, Turnam Yükseklerden Uçar, Pencereden Kar Geliyor, Niye Çattın Kaşlarını, Kara Bahtım Kör Talihim, hele de “Kahverengi Gözlerin”!

Sokaklarda içimden gelen, “Bu insanla konuş!” sesine uyduğum zaman mutlaka mutlu bir tesadüfle neticelenir o konuşma. Merkezine ulaşmak için hep geçmek zorunda kaldığım Mecidiyeköy’ün arka sokaklarında, bir ayakkabı boyacısı daima aynı yerde bir pilli radyo hep açık, müşteri beklerdi.  Ben de hep bir gün bu adama ayakkabımı boyatacağım diye düşünürdüm. O bir gün geldiğinde, aramızda o kadar ilginç bir sohbet gelişti ki, o boyayı ben de gideceğim yeri unuttum. Çay geldi, radyo açıldı, Ahmet sezgin okuyor: Deryada Bir Salım Yok…

“Orhan Gencebay’ın bestesi bu değil mi” bu diyorum. Ayakkabı boyacısı sazı eline bir aldı ki neler öğrendim. Meğer Orhan Gencebay, daha çok genç bir sanatçıyken Ahmet Sezgin'e, Yücel Paşmakçı, Hamdi Özbay, Tuncer İnan, Mehmet Erenler, Musa Eroğlu, Arif Sağ, Nida Tüfekçi ve Zafer Gündoğdu gibi eşlik eder, arkasında saz çalarmış…

Cenk Bey’e bunu hatırlattığımda hüzünleniyor ve “Öyle ama cenazesine bile gelmedi” diyor…  Hatıralara daha fazla dalıp sohbeti bir geçmiş zaman tüneline, talihli-talihsiz tesadüfler nakline çevirmemek için ilk sualimi soruyorum.

Eşiniz Ayşegül Hanım'a, Cenk Bey hakkında bir makale yazmayı düşünüyorum ama bana bilhassa aleyhinde bilgi ve dedikodu lazım dedim. Anladığım kadarı ile eşiniz bunu bir röportaj talebi olarak algılamış ve işte yüz yüzeyiz.

CENK SEZGİN: Bana sorun, ben hepsini söyleyeyim size. Lehimde ve aleyhimde konuşulan her ne varsa…

Onlar neler diye sormayacağım çünkü önce biraz içimi dökeyim: Bodrum Türk Filmleri Haftası –birkaç istisna dışında- Türkiye’deki domates, kiraz, maydanoz festivallerini andıran sinema etkinliklerinin sınıfında değil. Festivallerde bir kısır döngü söz konusu. Adeta büyük bir festival merkezi var ve “Franchise” usulü, her ülkeye bir ana bayilik ve sonra her şehre, her ilçeye ve neredeyse her beldeye bayilikler veriyor. Deyim yerindeyse “Franchise Festivaller” çağına girmiş gibiyiz. “Nasıl bir film?” sorusu ile “Kahvenizi nasıl istersiniz?” sorusu arasında fark kalmıyor. Bir kitle sanatı olan sinema, dar ve birbirinin kopyası muhitlerde kendini tatmin etkinliği girdabı içinde boğuluyor! Gösterilen eserler, “Franchise Festivalleri” paketi içinde, seyirci derdi taşımayan, emperyalist odaklarda üretilen sureta, insan haklarından, evrensel sorunlardan söz eden, yine birbirinden kopyalanmış minimal yapımlardan oluşuyor.  Festival festival dolaştırılan bu filmler, katıldıkları festivallerde ayrı ayrı dallarda (mesela en iyi film, yönetmen, senaryo, oyuncu vs.) ödüller alıyor! Bu sadece bana mı tuhaf geliyor? Uluslararası onlarca jüri hemen hemen aynı gerekçelerle ayrı ayrı filmleri taltif ediyorlar. Bir terslik var ama bu kimsenin umurunda değil gibi…

-İşte tam da burada size dönüyor ve soruyorum, Bodrum farklı. Türk Filmleri Haftası adı altında filmleri yarıştırmaması, festival isminden imtina edilmesi özellikleriyle sade, iddiasız ama fonksiyonel… Ümit ederim ki, bir gün bütün sinema camiasının dikkatini çeken bir etkinlik haline gelecek. Nasıl doğdu bu fikir?

Cenk Sezgin, eşi Ayşegül Hanım (sol başta), kızı Gülce ile
Murat Cemcir ve Necati Kocabay. (Ftgrf: Ufuk Cebeci)
CENK SEZGİN: Sinema haftası yapma fikrini, eşim Ayşegül, bir dost sohbeti sırasında dile getirdi: “Biz burada film haftası yapalım, hem filmleri ağırlayalım hem markamız (Cinemarin Sinemaları) hem filmlerimiz tanınsın”. Bu fikir böyle doğdu ve gelişti. Gayrı ticari bir platformda, insanların filmlerimizle yoğrulması düşüncesi, çok sıcak geldi bize. O toplantıda Salih Kalyon Abi de vardı. Teşvik etti, çok değerli katkılarda bulundu. İlk film haftaları sırasında burada bizimle oldu. İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz tanıtım programlarında yalnız bırakmadı bizleri. Film haftasını sahiplenmişti. 

-Başlangıçlar her zaman çok heyecanlı ama zordur…

CENK SEZGİN: Bodrum Türk Filmleri Haftasını hayata geçme kararı verildikten sonra uzun bir süre bunun üzerinde çalıştık. Nasıl organize oluruz, nasıl ağırlarız? Gibi… Başlangıçta kendi kendimize bir sınavdı, “Bakalım bunun altından kalkabilecek miyiz?” sorusu hiç yalnız bırakmadı… Birinci etkinlikten sonra başaracağımıza kani olduğumuz gibi, ortaya koyduğumuz şenlik hali elbette hoşumuza gitti.

-Daima “Biz” diye anlatıyorsunuz.

CENK SEZGİN: Her şeyden önemlisi ailece bu işe soyunduk. İnsanları el ele diz dize karşıladık. Biz derken sadece ailemizin emeğinden bahsetmiyorum. Organizasyonu, imece usulüyle başlattık. Birçok Bodrumlu, Bodrum Belediyesi, yerel idari kurumlar destek verdi. Üç dört tur kadar böyle sürdü. Sonra etkinliğin çapı büyüyüp kadro artınca, insan sesleri artmaya başlayınca, doğal olarak profesyonel destekler almaya başladık. Türkiye Cumhuriyet Kültür ve Turizm Bakanlığından destekler aldık.

-Maddi ve ayni destekler yeterli oldu mu?

CENK SEZGİN: İlk yıllarda zarar ettik. Bütçemizde açıklar oluştu. Daha sonra Bodrum Sinema ve Kültür Derneği’nin katkısıyla telafi etmeye çalıştık. Hala kendi şirketimiz açıkları karşılıyor. Mecburen, hem hamilik hem finansörlük yapıyoruz. Bundan şikâyetçi değiliz. Parasal olarak temin edilemeyecek ilişkileri bu şekilde burada oluşturuyoruz.

-Türkiye'nin Oscar aday adayı “Ayla” filmi, ilk defa Türkiye’de Bodrum Türk Filmleri Haftasında gösterildi. Bu etkinliğiniz için zirve noktalarından biri. Çünkü herkes, ”Nasıl oldu da Ayla Bodrum Türk Filmleri Festival’inde gösterildi” diye soruyor (Ayla’ya tekrar döneceğim). Böyle bir zirveden sonra geldiğiniz nokta ve tatminkar mı? Bundan sonraki planlarınız?

CENK SEZGİN: Organizasyonu başlattığımızda sadece bir etkinlik yapalım, ne yapsak da eğlensek demedik. Çok önemli bir misyonumuz vardı. Yeteri kadar salonla buluşamayan Türk filmlerinin daha fazla seyirciye ulaşması için bir platform oluşturma. Baştan beri ismiyle kurgusuyla farklı fikirlerle tartışsak da kendi aramızda bu misyon hepimizin vazgeçilmez kırmızı çizgisiydi. Dolayısıyla biz burada, Türk filmi etkinliği yapalım, basını davet edelim, sanatçıyı, yönetmeni hepsini davet edelim, filmler duyulsun diye başlatmıştık. Çok şeyi başardığımızı düşünüyorum. Özgün başladık, Bodrum’un kendi gibi, adı gibi özgün kaldık. İkincisi, yüzün üzerinde yönetmen ve yapımcıyı ağırladık. Bunlardan bazıları çok performanslı -Derviş Zaim, Türker İnanoğlu, Şükrü Avşar, Çağan Irmak, Ömer Vargı, Yüksel Aksu, Birol Güven, Serdar Akar, Aytaç Ağırlar, Mehmet Aslantuğ gibi- onlarla beraber aynı platformda pek çok yönetmeni, filmi tanıtma fırsatı bulduk. Filmlerin hikâyelerini öğrendik. Seyirciye aktarmaya çalıştık. Bu çok önemli. Filmi seyirci ile buluşturmak kolaydır. Çoğu seyirci filme girer çıkar ama hikâyesini bilmez. Dondurmam Gaymak’taki gibi.  Ben Dondurmam Gaymak’ın hikâyesini bildiğim için normal bir seyircinin aldığı hazın beş katını alıyorum. Çünkü hikâyesini bilirim. Seyirci de hikâyesini öğrendiğinde mutlu oluyor. Sonuç itibariyle ben çok güzel bir yere geldiğini düşünüyorum, ama gelinebilecek yer bu mudur? O değil.

-Nasıl bir açılım olur bundan sonra?

CENK SEZGİN: Yurt dışı pazarlar ulaşmaya çalıştığımız bir hedef. Yunanistan adası Kos, bunun ilk adımı değil. Kos adımımızı, Türk sinemasının en yakın noktadaki, bir Avrupa Birliği adasındaki kitleye sunulması olarak düşünüyorum. Türk sinemasının bu gibi adımlarla çevresini genişleteceğini düşünüyorum. Kos bunun bir ayağı.

-Kos, küçük bir refleks, bir kanat çırpışı, yuvadan uçma anlamına geliyor. Rodos galiba ikinci adım. Enteresan bir şey, Bodrum’dan başlayıp adalara yayılmak… Avrupa'nın en ucundan, Türkiye ile neredeyse öpüşme mesafesinde bir adadan merkeze doğru gitmek! Böyle bir şey var mıydı kafanızda yoksa kendiliğinden mi oluştu?

CENK SEZGİN: Kendiliğinden oluştu. Şu anda kafamızda olan, Türk sinemasının yabancı ülkelere pazarlanması konusu ise bunun dışında farklı bir çalışma, etkinlik alanı.

-Politika düşünüyor musunuz?

CENK SEZGİN: Hiç düşünmem. Becerebileceğim bir şey değil.

-Sinema işine girmeniz nasıl oldu?

CENK SEZGİN: Sinema tamamıyla bir tesadüftü. Benim asıl mesleğim mühendisliktir. Bodrum’da bulunduğum dönemde turizmcilik yapıyordum. Genç Girişimciler Derneği diye bir derneğimiz vardı. Bodrum sinema günleri diye bir etkinlik yaptık doldu taştı. 92 veya 93 yıllarıydı. Bu işin ticari bir potansiyeli olduğunu fark ettik. Dernek olarak ben teklifte bulundum ama yanlış hatırlamıyorsam bir tepki aldık ve vazgeçildi. O senenin yazında babası geçmişte bizim aile doktorumuz olan Mehmet Soyarslan Bodrum’a geldi. Oturduk konuştuk. “Neden sinema yapmıyorsun? Sana bir makine bulurum. Site Sineması’ndaki koltukları değiştiriyorum, o koltuklardan 100 tane göndereyim” dedi. Kabul ettim.  Koltukları gönderdi, ertesi gün Site Sineması’nda yangın çıktı…

-Sinema salonunun sahiplerinin Türkiye’de çok ciddi sorunları var. Bu işin vitrini, pazarlanması, seyirciyi memnun etmek sizin işiniz.  Peki, sizin sorunlarınız?

CENK SEZGİN: Projeksiyon cihazlarına uygulanan özel tüketim vergisinden eğlence vergisine yaz döneminde gösterilecek filmler üretilmemesinden, sinema seyircisinin sistematik bir biçimde artış göstermeyişine kadar pek çok sorunumuz var. Ama bunun temel çözümü iyi filmdir. Seyirci iyi filmi hemen fark eder. Talep oluşturacak film olması lazım. Burada yapımcılara de (BKM, TAF, Avşar gibi senede 10 tane 15 tane film üreten şirketler) görev düşüyor. Zihniyet değişikliği lazım. “Halk bunu istiyorsa biz de onu istiyoruz” cümlesinin arkasına saklanmamak lazım. Bunu yaklaşım şeklini aşmak gerekiyor. Trend oluşturabiliyor olmak lazım.

-Gelelim Ayla’ya.  Bodrum Türk Filmleri Haftası’nın “Ayla” ile buluşması nasıl oldu?

CENK SEZGİN: Ayla filminden ben, Mustafa Bey ile bir başka vesileyle bir araya geldiğimizde haberdar oldum. O zaman da Oscar beklentisi vardı filmin ama pazarlanma ve dağıtım ayağında rotası tam çizilmemişti filmin. O zaman “Ayla” diye İnternet'te sorduğunuz zaman, 2009’larda çekilmiş başka bir filmin ismi çıkıyordu. Ben destek vermeyi teklif ettim. Pazarlamasına katkı olsun diye filmi Bodrum’da etkinliğimizin ev sahiplerinden ve başkanı bulunduğum Sinema Salonu Yatırımcıları Derneğinin de katkıları ile tanıtmayı teklif ettim. Filmin yapımcısı Mustafa Uslu da önerimi kabul etti. Geçtiğimiz süreçte film öylesine duyuldu ve patladı ki, aldı yürüdü. Bu gelişme de Bodrum Türk Filmleri Haftasının az-çok katkısı olduğunu düşünüyorum, bu da etkinliğimizin oturduğu temel konseptin doğru bir konsept olduğunu ispatlıyor. Filmleri yarıştırmak değil, onları ağırlamak, tanıtmak ve pazarlanmasına yardımcı olmak…

Teşekkürler, başarılar Cenk Bey.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder