4 Nisan 2014 Cuma

Darren Aronofsky’nin Nuh: Büyük Tufan’ı Fos Çıktı

Tarih, çiftçiler (Kabil-Kayin) ile çobanların (Habil-Hevel) kavgasının ürünüdür! Habil, Tevrat’a göre Tanrı’ya sunduğu sunusu beğenilmeyince, sunusu kabul edilen Kabil’i kıskanır ve onu, toprağı sürdüğü saban ile öldürülür... Tarihi takip ettiğimizde, topun Avrupalılarca bir kuşatma silahı değil, meydan muharebesinde çok işlevli biçimde kullanılabilecek kadar geliştirilmesine kadar, çiftçi-çoban savaşları denklemi devam etti! Dar bir çevreye bağlı toprak işçisi çiftçilerin kapalı ve tutucu dünyaları, üretim biçimlerine karşılık hayvanları ile otlak-su peşinde gezmek zorunda olan çobanların yeryüzündeki sınır tanımaz özgür yolculuğu
ve üretim biçimlerinin farklılığı, Âdem'in torunlarının ebedi düşmanlık sebeplerinden biri olageldi! Nitekim Kabil’in Tanrıya sunduğu sunu, topraktan elde ettiği ürünlermiş... Buna karşılık çoban Habil, sürüsündeki en iyi hayvanı keserek etin en yağlı kısmını sunmuş Tanrısına!

Denklem bu şekilde sürüp gidecekken insanoğlu çoğalır ve bir çevreye toplanmış kalabalıkların hayatları tamamen kirlenir. Zina, katil, sınır tanımaz vahşet Âdemoğullarını kuşatır. Kendi suretinden yarattığı insanın düşkünlüğüne çok öfkelenen Tanrı, onları cezalandırmaya karar verir. Âdem’in oğullarından Seth’in neslinden gelen (Seth, Enoş, Kenan, Mahalalel, Yared, Enoh, Metuselah, Lameh/k, Nuh ve onun oğulları: Sam, Ham, Yafes) Nuh, Tanrı tarafından seçilir. Tanrı, salih amelli insanları, günahsız hayvanatı kurutması için ona bir gemi yapmasını vahyeder... Nuh böylece Tufan'dan hayvan neslini ve kendi temiz ailesini kurtararak ikinci Adem olma şerefini kazanır. O Tanrı’nın bir peygamberi olarak bu imtihanı başarı ile yerine getirir...

Fakat iş sinemaya gelince değişir. Hollywood, "Nuh der, peygamber demez"! Tevrat, İncil ve Kuran’da kutsal bir sınavın kıssası olarak anlatılan Tufan hadisesi, pek çok zaman bir yalanlaştırma makinesi gibi çalışan Hollywood'un bir yönetmeni elinde, içeriği, tarihi ve dini bağlamı boşaltılmış yani fos bir fantazyaya indirgenir. Günümüz sinema seyircisinin entertainment sinemasından beklentileri doğrultusunda, yani endüstriyel trük ve kalıplarla özgünlüğü kendinden menkul sıradan bir daramaya dönüştürülür... IMEX 3D formatının bütün imkânları kullanarak görme ve işitme duyularımız vasıtasıyla izleyiciyi üç saate yakın bir süre tutsak eden Nuh: Büyük Tufan’ın tutarlı tek yanı, saçmalamak konusundaki ısrarı şeklinde ifade edilebilir.

Darren Aronofsky’nin öyküsü, “Başlangıçta hiçbir şey yoktu!” gibi absürt bir aforizmayla başlıyor. Görüntüler aktıkça ve hikaye ilerledikçe “Filmin içinde ve sonunda da bir şey yoktu ki!” aforizması anlağımızda IMAX formatında beliriyor..

Büyük tarihi karakterlerin ünlü oyuncusu Russell Crowe, Nuh (Noah) rolü ile salih amelli, ümmetinin kurtuluşu için her türlü fedakârlığı yapacak bir Peygamber’i canlandırmak şöyle dursun, Batman’in karanlık, anarşist, katil ruhlu karakteri Joker gibi nekrofili (ölüm-sevici) bir anti kahramanı yani bir stero-typ"i canlandırıyor. Gökten düşüveren bir damlanın çiçeğe dönüşüp ansızın büyümesi gibi bir takım işaretler dışında Nuh"a vahiy geldiğine dair, filmin bir göndermesi de yok! 

800-900 yıl yaşamış Nuh’un büyükbabası Methuselah rolündeki Anthony Hopkins ise sefil bir mağarada bu kadar yaşamış olmaktan sıkılan bir ihtiyardan çok, şu dibi başı belirsiz filmin çekimleri bitiverse de güzel evime dönsem bıkkınlığında bir oyun sergiliyor...

Diğer oyunculara gelince: Ne Emma Watson (İla), Logan Lerman (Ham), Douglas Booth (Shem), Nick Nolte (Samyaza) ve ne diğerleri... Kalabalık sahnelerdeki figüranlar... Bir peygamber ve dünyanın görüp görebileceği en büyük felaket ile karşı karşıya oldukları, olacakları havasını verebiliyorlar. Başta da söylediğim gibi son derece fabrikasyon Hollywood işi filmde arzı endam ediyorlar. Çok yazık!

Darren Aronofsky, evet, filmi ile kendine özgü bir Nuh yorumu yarattığını iddia ediyor. Bunun için gediklerle dolu bir senaryoya bile katlanıyor! Mesela Tubal-cain (Ray Winstone) gemiye baltası ile bir delik açıyor, iri yarı bu adam bu delikten sığdığı halde, iğne deliğinden sızabilen su, gemiye giremiyor... gibi fiziki kusurlar bir yana, hiçbir efsanede (Sumer dönemi) veya kutsal kitapta iması bile olmayan böyle zırva bir kaçak yolcu öykücüğü geliştiriyor. Neden? Çünkü öykünün, son yarım saat-kırk beş dakikası boyunca izleyici, "İçeri sızan bu yılan ne zaman güçlenip Nuh’u sokacak?" diye merak etmeli ki sıkılanlar olmasın! 

Endüstriyel sinemanın en çok izlenebilmek (gişe) kaygısı, özgün hikayeleri bile birer zırvaya dönüştürecek kadar sinema sanatını kirletiyor ve yalanlaştırıyor. 

Bence bu kadar emeğe yazık olmuş. Muhtemelen Nuh filmini milyonlarca kişi seyredecek ama sonra birkaç paket tuzlu, hidrojenize yağlı cips ve çok şekerli meşrubat içip mide fesadına uğramış gibi olacaklar
...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder