Tarih, çiftçiler (Kabil-Kayin) ile çobanların (Habil-Hevel)
kavgasının ürünüdür! Habil, Tevrat’a göre Tanrı’ya sunduğu sunusu beğenilmeyince,
sunusu kabul edilen Kabil’i kıskanır ve onu, toprağı sürdüğü saban ile
öldürülür... Tarihi takip ettiğimizde, topun Avrupalılarca bir kuşatma silahı
değil, meydan muharebesinde çok işlevli biçimde kullanılabilecek kadar
geliştirilmesine kadar, çiftçi-çoban savaşları denklemi devam etti! Dar bir çevreye
bağlı toprak işçisi çiftçilerin kapalı ve tutucu dünyaları, üretim biçimlerine karşılık hayvanları ile otlak-su peşinde gezmek zorunda olan çobanların yeryüzündeki sınır
tanımaz özgür yolculuğu
Denklem bu şekilde sürüp gidecekken insanoğlu çoğalır ve bir çevreye toplanmış kalabalıkların hayatları tamamen kirlenir. Zina, katil, sınır tanımaz vahşet Âdemoğullarını kuşatır. Kendi suretinden yarattığı insanın düşkünlüğüne çok öfkelenen Tanrı, onları cezalandırmaya karar verir. Âdem’in oğullarından Seth’in neslinden gelen (Seth, Enoş, Kenan, Mahalalel, Yared, Enoh, Metuselah, Lameh/k, Nuh ve onun oğulları: Sam, Ham, Yafes) Nuh, Tanrı tarafından seçilir. Tanrı, salih amelli insanları, günahsız hayvanatı kurutması için ona bir gemi yapmasını vahyeder... Nuh böylece Tufan'dan hayvan neslini ve kendi temiz ailesini kurtararak ikinci Adem olma şerefini kazanır. O Tanrı’nın bir peygamberi olarak bu imtihanı başarı ile yerine getirir...
Fakat iş sinemaya gelince değişir. Hollywood, "Nuh der, peygamber demez"! Tevrat, İncil ve Kuran’da kutsal bir sınavın kıssası olarak
anlatılan Tufan hadisesi, pek çok zaman bir yalanlaştırma makinesi gibi çalışan
Hollywood'un bir yönetmeni elinde, içeriği, tarihi ve dini bağlamı boşaltılmış yani
fos bir fantazyaya indirgenir. Günümüz sinema seyircisinin entertainment
sinemasından beklentileri doğrultusunda, yani endüstriyel trük ve kalıplarla özgünlüğü kendinden menkul sıradan bir daramaya dönüştürülür... IMEX 3D formatının bütün imkânları kullanarak görme ve işitme duyularımız vasıtasıyla izleyiciyi üç saate yakın
bir süre tutsak eden Nuh: Büyük Tufan’ın tutarlı tek yanı, saçmalamak konusundaki
ısrarı şeklinde ifade edilebilir.
Darren Aronofsky’nin öyküsü, “Başlangıçta hiçbir şey yoktu!”
gibi absürt bir aforizmayla başlıyor. Görüntüler aktıkça ve hikaye ilerledikçe “Filmin
içinde ve sonunda da bir şey yoktu ki!” aforizması anlağımızda IMAX formatında
beliriyor..
Büyük tarihi karakterlerin ünlü oyuncusu Russell Crowe, Nuh
(Noah) rolü ile salih amelli, ümmetinin kurtuluşu için her türlü fedakârlığı yapacak
bir Peygamber’i canlandırmak şöyle dursun, Batman’in karanlık, anarşist, katil ruhlu
karakteri Joker gibi nekrofili (ölüm-sevici) bir anti kahramanı yani bir stero-typ"i canlandırıyor. Gökten düşüveren bir damlanın çiçeğe dönüşüp ansızın büyümesi gibi bir takım
işaretler dışında Nuh"a vahiy geldiğine dair, filmin bir göndermesi de yok!
800-900 yıl
yaşamış Nuh’un büyükbabası Methuselah rolündeki Anthony Hopkins ise sefil
bir mağarada bu kadar yaşamış olmaktan sıkılan bir ihtiyardan çok, şu dibi başı
belirsiz filmin çekimleri bitiverse de güzel evime dönsem bıkkınlığında bir
oyun sergiliyor...
Diğer oyunculara gelince: Ne Emma Watson (İla), Logan Lerman
(Ham), Douglas Booth (Shem), Nick Nolte (Samyaza) ve ne diğerleri... Kalabalık sahnelerdeki figüranlar... Bir peygamber ve dünyanın görüp
görebileceği en büyük felaket ile karşı karşıya oldukları, olacakları
havasını verebiliyorlar. Başta da söylediğim gibi son derece fabrikasyon
Hollywood işi filmde arzı endam ediyorlar. Çok yazık!
Darren Aronofsky, evet, filmi ile kendine özgü bir Nuh yorumu yarattığını iddia ediyor. Bunun için gediklerle dolu bir senaryoya bile
katlanıyor! Mesela Tubal-cain (Ray Winstone) gemiye baltası ile bir delik
açıyor, iri yarı bu adam bu delikten sığdığı halde, iğne deliğinden sızabilen
su, gemiye giremiyor... gibi fiziki kusurlar bir yana, hiçbir efsanede
(Sumer dönemi) veya kutsal kitapta iması bile olmayan böyle zırva bir kaçak
yolcu öykücüğü geliştiriyor. Neden? Çünkü öykünün, son yarım saat-kırk beş
dakikası boyunca izleyici, "İçeri sızan bu yılan ne zaman güçlenip Nuh’u sokacak?" diye
merak etmeli ki sıkılanlar olmasın!
Endüstriyel sinemanın en çok izlenebilmek (gişe)
kaygısı, özgün hikayeleri bile birer zırvaya dönüştürecek kadar sinema sanatını
kirletiyor ve yalanlaştırıyor.
Bence bu kadar emeğe yazık olmuş. Muhtemelen Nuh filmini
milyonlarca kişi seyredecek ama sonra birkaç paket tuzlu,
hidrojenize yağlı cips ve çok şekerli meşrubat içip mide fesadına uğramış gibi
olacaklar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder