1 Mart 2012 Perşembe

“Ho ho ho Hoover, Süpürür Döver….”

J. Edgar Hoover, “Amerikan rüyası”nı yaratan adam değildi elbette ama yarattığı kabuslarla bu rüyanın vazgeçilemez hale gelmesini, sürdürülebilmesini ve daha çok insan tarafından görülmek istenmesini yaratan adamdı diyebiliriz!

Bu yargıya nereden mi vardım? Şundan:
Ben hiçbir film hakkında gelen basın bültenini okumam ve defalarca yazdığım gibi sıradan bir vatandaş gibi salondan içeri girerirm. Film başladığı andan itibaren açtığım beyaz safyafının üzerine yazmaya başlar. Ortalama akıl sahibi her insan gibi,  sayfanın yazımı bittiğinde işe yarayıp yaramadığına bakarım. Bazen yazılanları, resmledilenleri elbette anlamadığım olur ama sonuçta size sunulan şey, felsefenin “demir leblebi” teoremleri/meseleleri değildir; bir eğlencedir (entertaiment).

J. Edgar filminde bunu yine yaşadım. Duygu Kutlu’nun davetini takvimime sadece film diye işledim ve filmin ilerleyen dakikaları esnasında sık sık “fısıltı kritiği” yaptığımız Ömür Gedik, yönetmenin Clint Eastwood olduğunu söyledi.
J. Edgar, Million Dollar Baby ve Unforgiven-Affedilmeyen filmleri ile Oscar ödülü alan Clint Eastwood tarafından yönetilen ilginç bir yapım olmuş. Oscar’a iki defa (Inception ve The Aviator ile) aday olduğu halde bana göre hakkı yenilen oyuncu Leonardo DiCaprio ise kötü makyajına rağmen gerçekten kendini aştığı bir performasns sergiliyor. 21 Grams filmindeki oyunu ile Oscar’a aday gösterilen Naomi Watts ise aşık bir kadının sadakatini abideleştiren Hoover’ın sekreteri Helen Gandy’yi canlandırıyor.

Edgar, aklını yitirmiş babası, doktora görünmeyi günah sayan otoriter-dindar annesi ve Amerika’yı istila eden kurucu atalarının maddi-manevi tüm hastalıklı genlerini tevarüs etmiş bir genç olarak perdede arzı endam ettiğinde; biriyle tokalaşıp avcunu mendille sildiğinde, her bir komünist eylemin izini sürüp eylemcileri itlaf ettiğinde, genç ve güzel sekreterinin kendisine her yaklaşmasında bir adım geriye çekildiğinde, daha sonar hayat boyu yanından ayıramayacağı  genç-eşcinsel Clyde Tolson ile platonik aşk yaşayacağını fark ettiğinde, ABD başkanlarını kendi veya eşlerinin yatak odası sırları ile tehdit edip makamını korumak için çirkinleştiğinde, çizgi roman ve sinema filmleri yaptırıp bugün Amerika’nın super kahramanları diye bildiğimiz ve tüm dünyada milyonlarca hayran kazanan kahramanları yarattırdığında, kıriminal servis kurduğunda, bilgi depoloma ve gizleme hırsını dışa vurduğunda... “modern-pozitivist devlet”in gerçek kimliğini açık ediyor diye düşünüyorum… Ki o, kominizmin ABD için artık bir iç tehdit değil dış tehtid olduğunu algılamaktan uzak kaldığında ve dünyadaki değişmeleri farkedemez olduğunda aynı devlet algısı ve yapılanmasının bir diğer yüzünü bize verdiğini düşünmeden edemiyorum…

Bugün J. Edgar Hovver zihniyetinde bir devlet kaldı mı diye soracak olursanız, size, İsrail ve Suriye hala “Hoover-vari yöntemlerle” idare ediliyor diyebilirim. Ama şunu unutmamak gerekir ki, ABD bilhassa 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler faciasından sonar bir kere daha Hoover’ın yöntemlerine doğur kaydı. Seyehat özgürlüğünden başlayarak pek çok özgürlüklere sınırlama getirildi. Terörizm bir yandan dış tehdit olarak algılanırken bir yandan da “acaba içte bilmediğimiz bir tehdit söz konusu mu?” şüphesi bütün gücüyle ortaya çıktı. Bunu, Hoover’ın şu anlama gelen sözleriyle açkalayabilirim: “Ben olmuş bitmiş suçların değil, olup bitecek suçların peşindeyim”.

Bu durumda hukuk nerede kalır? Nitekim Hoover, hayatı boyunca yanından ayırmadığı platonik aşkı, eşcinsel danışmanı Clyde Tolson'ın bütün uyarılarına rağmen yasaları işine geldiği gibi esneterek FBI’ı sözü geçen bir bir büro haline getirmeyi başarıyor. Aynı zamanda örgütlü siyasi suçlar ve mafya tipi sistematik suç işleyen örgütlere karşı o güne kadar akla bile gelmemiş taktikler geliştiriyor. Böylece bir istihbaratçı olarak, mesleğin tarihinde pek çok ilki gerçekleştiren kişi olarak öne çıkıyor.

Bütün bunları bize anlatan J. Edgar filmi, belgesel değil ama ahım şahım bir darama da değil. Filmi, ancak yukarıda bahsettiğim bağlamda bir çıkarım yaptığım için tavsiye edebilirim: Edgar modern-pozitivist devletin özüdür. D. Henry Thoreau gibi, “Size vergi vermem çünkü benden aldığınız paralarla vatandaşlarınızı öldüren silahlar alıyorsunuz” diyen bir Amerikalının tam tersi karakterde olan Edgar, daha fazla ödenek alıp daha sıkı kontrol edilen ve gerektiğinde öldüren bir devlet için hayatının sonuna kadar mürcadele etmiş biridir. İşin ilginci, yaptıklarına yüzde yüz inanıyor olmasıdır. Bunu nereden çıkarttın diyecek olursanız söyleyeyim: Takdir edilmeyi bekliyor da ondan! 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder