Birkaç gün önce izleyemediğim bir filmi seyretmeyi planlarken bir dostun teklifi üzerine “Kıbrıs Gazisi” bir paşa ve bir doktorla bir araya geldim: Cumhur Evcim Paşa ile hiçbir tecrübesi olmadan paraşüt kuşanıp Kıbrıs'a 250 metre irtifadan atlayıp hizmet veren Dr. Mehmet Topakoğlu…
Her ikisi de ilginç anılara sahipti… Onlarla konuşurken düşündüm: Türkiye “entelijansiyası” bu büyük tecrübeleri ve hatıraları bir yana bırakıp Yunan ve Rumların anıları peşinden koşuyorlardı. Onlara ağıt yakıyor, onların filmlerini izleyip sanatçılarını ululuyorlardı. Hatta bir oyuncunun, Adana’da bir Yunanlı yönetmene, “Siz bir Tanrısınız!” demesinde bile bu entelijansiyanın vebali büyüktü. Bu düşünmem şöyle bir hükümle son buldu: Hicap duygusu yok olmuş entilijansiyanın aymazlığı karşısında elden bir şey gelmiyor…
Cumhur Paşa anlattıkça aklımda şu fikirler uyanıyordu: İmparatorluğun çöküşünden sonra ayrılanı iki milletin acılarının ortadan ikiye bölünen bir elman yarısı gibi birbirine benzemez! Çünkü Türker sadece Yunanlılar ve Rumlar ile değil, Boşnak, Hırvat, Sırp, Arnavut, Karadağlı, Bulgar, Makedon, Araplar gibi pek çok farklı dil konuşan milletten ayrılmak zorunda kalmışlardı. Balkan Faciası, Rus İşgali, iç isyanlar derken hem toprak kaybetmiştik hem de insanımız büyük acılar çekmişti. Bunu hepimiz biliyoruz ve tekrar etmeye gerek yok fakat şu bir gerçek ki, Kıbrıs, Türk askerinin adaya çıkmasından önce dünyanın gözleri önünde işlenen vahşi bir cinayetler adasına dönmüştü. Bu sebeplen kurulduğu günden beri “Yurtta sulh, cihanda sulh” prensibi ile iç ve dış politikalar belirleyen Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde ilk defa ciddi ve kapsamlı bir harbe girişmişti. Adaya yapılması planlanan çıkartmanın dönemin başbakanı Bülent Ecevit tarafından birkaç saat önce açıklanması bile Türk askerinin kahramanlığını ve komutanlık dehasını göstermeye vesile olmuştu! ABD Walter Red Akademisi’nde ders olarak okutulan bu amfibik harekâtta, çıkartma kuralları belli bir sıra ile uygulanmak yerine, vakit kazanmak için eş zamanlı olarak yapılarak planın birkaç saat önüne geçilmişti. Cumhur Evcim Paşa’nın çok büyük sevgi, saygı ve rahmetle andığı müteveffa Başbakan Bülent Ecevit’in, “ivedilikle” açıkladığı harekâtta pek çok zayiat verilmesini Türk kurmayları böylece önlenmişlerdi…
Ortopedist Mehmet Topakoğlu, yukarıda bahsettiğim gibi Kıbrıs Harekâtı’na hiç paraşüt kuşanmayı bilmeden katılmış. Yine Cumhur Paşa’nın dediğine göre, bir atlayışın tamamen sağlıklı olması için uçağın en az 450 metre irtifada olması gerekiyormuş. Oysa bizim uçaklar Kıbrıs Rum mevzileri önünde atlayacak askerimizi 250 metre irtifadan bırakmışlar; havada keklik gibi avlanmamaları için. “Bu nasıl bir risktir?” diye sorduğumda, Paşa anlattı:
Bir paraşütün açılması için bin bir, bin iki, bin üç ve bin dört diye sayarsınız. Bu sırada 3 saniye geçmiştir, 100 metre düşmüşsünüzdür ve paraşüt kendiliğinde açılmalıdır. Eğer açılmadı ise yedeğini açmak için zamana ihtiyacınız vardır. Çünkü yedek paraşüt öndedir ve açılması için iki elle ileri doğru paraşüt kumaşınızı itmeniz gerekir. Çünkü paraşütün balon kısmı en sondadır! Bunu yapmak ise 150 metrenizi alır! Etti mi 250 metre! Paraşüt açılsa bile yere çakılırsınız!
Mehmet Topakoğlu’nun da içinde bulunduğu Türk paraşütçüler, bu kadar önemli bir sınavdan geçip başarılı olmuşlar. Topakoğlu, Kıbrıs Barış Harekâtı’nda başından geçenleri anlattığı bir kitap yazmış. “68’li Askeri Doktordan Anıları ve Anekdotlar”. Çok güzel anekdotlar bulunan bu güzel kitaptan size bir hikâyecik vereyim. Topakoğlu anlatıyor:
Çapa’da dâhiliye dersindeyiz. Hocamız Prof. Cihat Abaoğlu. Ders anlatımı tatlıydı. Karizmatik ve esprili bir kişiliği vardı. Ders anlatırken sınıfa göz gezdirdi. Bir kız ve bir erkek öğrenciyi yanına çağırdı. “Sizi bugün dersten affediyorum. Yeni Melek Sineması’nda güzel bir film var. Gidin seyredin, eğlenmenize bakın.” Unutmamış, ertesi hafta erkek arkadaşımızı buldu ve sınıfta sordu: “Film nasıldı?” Arkadaş gayet memnun bir cevap verdi. Filmi izlemişler ve çok sevmişler. Bunun üzerine Cihat Hoca, hepimizi kahkahalara boğan bir espri patlattı: “Ulan salak oğlum. Kızı buldum, paranı verdim. Gidip aptal aptal film mi seyrettin?”
Topakoğlu’nun kitabı dağıtıma verildi mi, yoksa kendisi onu anı kartviziti olarak mı dağıtıyor bilemiyorum. Bana imzaladığı kitabından bir telefon numarası yazmış ama buradan ilan etmem ayıp olur. Daha sonra kitabı nasıl temin edebileceğinizi öğrenip yazacağım.
Bu arada… Ne zaman film seyredilip, ne zaman edilmeyeceği konusundaki kararı yine de size bırakarak neşenizin daim olmasını diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder