17 Mayıs 2011 Salı

Sözlüğe Girmeyecek Filmler

SEYRETTİĞİM bir Türk filminden sonra sinema ile ilgili bütün duygularımı gözden geçirmeye karar verdim! Bir film daha ne kadar kötü çevrilebilir? Oyuncu yönetimi veya sahne düzenlemesi ne kadar berbatlaştırılabilir? Hayatı aktarmanın veya gerçekliğin yerine "miş gibi"yi koymak nasıl böyle berbat edilebilir.
Sinemayı çocukluğumdan beri seyrederim. Babacığım daha 3–4 yaşındayken beni alır yazlık sinemalara götürürmüş… Hayatı algılamam biçimlenmeye başlarken bunun bileşenlerinden biri de sinema olmuş anlayacağınız…
Şimdi kendi kendimle söyleşiyorum. Acaba benim izlediğim filmler ciddi entelektüel filmler miydi yoksa vurdulu kırdılı macera filmleri miydi? Muhtemelen ben daha bebe yaşlarımda babamın ve diğer Anadolu şehirlerindeki sinema seyircilerinin izledikleri filmlerin yüzde 99’u Yeşilçam ürünleriydi. Demek ki benim Türk sinemasını tanımam ve sevmem 1960’lı yılların başına rastlar. O yıllar Yeşilçam’ın en parlak dönemiydi. 1974’lere yani Kıbrıs Barış Harekâtı’na kadar süren bir altın dönem. Bundan sonradır ki, Türkiye’nin siyasi makası değiştirilirken sanat makası da aynı bağlamında değiştirildi. Metin Erksan, Halit Refiğ gibi ulusal karakterde solculuk yapan sinemacıların hem şahıslarının hem zihniyetlerinin üstü çizilmiş, yerine gayrı milli ve ayrıştırırcı bir sinema ikame edilmeye başlanmıştı…


Çocukluğumun rüyalar gören, gördüren ahmak sineması, pembe boyalı tebeşir tozu gibi uçup giderken yerine konan sinemadan ortaya çok sert, hatta ayrılıkçı-terörizme yandaş hazırlayan bir sinema doğdu. Günümüz batı kültürünün popülerleştirdiği ama kullanılmaktan içi dışına çıkmış kavramlar bu sözde yeni sinemanın dili oldu… Irkçılık, Milliyetçilik, Faşizm, Nazizm vb. gibi pek çok günahkâr batı kavramını toplumum dirlik düzenliğini sağlayan kurum ve kişilere yakıştıran bu filmler, mesela, etnik ırkçılığı hoş görmeyi ise "pozitif ayrımcılık" olarak niteledi. Yüzleri hiç kızarmadan hem de…


İşin daha vahimi birkaç yılık sinema eğitiminin ardından felsefe merakı ile alelacele okunmuş, -salata üzerine serpilen tuz kadar bile değer biçilemeyecek- felsefe bilgileriyle büyük ahkâmlar kesmeyi marifet bilen bu sinemacıların filmleri benim Türk sineması diyemeyeceğim bir yapılanmanın ürüründürler…
Türkiye’de sinema alanının bir yanında bunlar olup biterken diğer yandan ahmak ağlatan ve sadece para kazanmaya yönelik bazı filmler çevriliyor ki, Agâh Özgüç’ün yerinde olsam bunları asla sözlüğüme almazdım!
Bu tür filmleri halkla ilişkilerde pek sevdiğim insanları kırmamak için izledikten sonra kendimi bilerek istismar ettirmişim duygusu kaplıyor içimi…


Geçirdiğim zamana acıyorum. O filmlere harcanan paralara acıyorum…
Ve buradan bu arkadaşlarıma, "Lütfen beni bu tür ahmaklıkların normalleştirildiği paragöz filmler çağırmayı. Birleri çok ciddi şeyler yapıyor: altınızdaki halıya dikkat edin" demeyi borç biliyorum…




Bu Yazı 06.05.2011 tarihli TGC Bizim Gazete'de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder