8 Ekim 2010 Cuma

HAYAT MI, ESER Mİ?

Hayata dair söz söyle sanatlarından biri olan sinema bir yandan çirkin bir ticari istismar aletine dönüşürken bir yandan da daha içsel, daha felsefi, kavramsal ve mistik bir anlatım dili arayışını sürdürüyor. 20. Yüzyıl’da başlayan “kendi kişisel mitolojini, öykünü, efsaneni yarat” anlayışı 21. Yüzyıl’da da hızla yoluna devam ediyor…

Sinema bu tür bir sanat faaliyeti olarak gittikçe felsefenin ve edebiyatın yerini almaya çalışıyor. Daha ciddi konularda kendine yer açmaya çalışıyor.
Fakat bu ne kadar doğru?

Hatırladığım kadarı ile Peyami Safa bir yazısında, “Edebiyat ve sinemayı tamamen birbirinden ayırmak ve bu yüzden edebi metinlerin bir senaryo metninden çok daha derinlikli” olması gerektiğini yazmıştı…
Fakat günümüz sinemacıları sinema yoluyla edebiyat, felsefe ve efsane yaratmaya çok daha meyilliler. Bu çerçevede Türkiye’de sinema yapan pek çok 1980 sonrası sinemacısı“kavramsal-felsefi” yolu denemeyi sürdürüyorlar.
Bu kervana oyuncu ve yapımcı Mehmet Aslantuğ da katıldı. Aşkın İkinci Yarısı isimli filme yapımcı ve yönetmen olarak imza attığı gibi eşi Arzum Onan ile de filmin başrollerini paylaşmışlar.

Aşkın İkinci Yarısı bana iki şey söyledi: Birincisi, yeteri kadar para, yeteri kadar titizlik, yeteri kadar profesyonel ekip ile çalışıldığında beyazperdeye çamur gibi kirli kara görüntüler değil, gerçek anlamda dünya standardında görüntüler yansıtabilirsiniz. Üstelik hikayeniz diyelim ki seyircileri sarmadı, hatta itti, ama işte bu görüntülerle onu beyazperdeye bağlayabilirsiniz. Yani tıpkı otomobil sektörü gibi sinema sektörü de artık farklı ekipler bir araya getirilerek üretilebilir. Bu çerçevede Aşkın İkinci Yarısı, tam on puanı hak ediyor. Görsel standardı bugüne kadar izlediğim en iyi filmlerden biri olarak ipi göğüslüyor.

Aşkın İkinci Yarısı’ndan öğrendiğim ikinci şey şu oldu: Dünyanın en büyük sinema ekiplerine milyonlarca dolar döküp ortaya teknik olarak yüksek standartlı bir eser çıkartmanız o filmin arzu ettiğiniz biçimde başkalarına geçmesine, onları etkilemesini sağlayamazsınız…

Mesela senaryonuzu eğer iyi bir diyalog ustasına okutup ondan destek almazsanız, -maksadını aşan bir deyim olacak ama- “edebiyat parçalayan” cümleler kurduğunuzu fark edemezsiniz. Böylece tam da Peyami Safa’nın altını çizdiği yerde şaşırmış olabilirsiniz…  
İyi oyuncu koçları bulamazsanız, nerede iyi, nerede düşük performans gösterdiğinizi seçemeyebilirsiniz…
Daha yazılacak pek çok şey var ama tabii bunun bir ilk film denemesi olduğunu unutmuyorum. Hayırlı olsun…

ABD HÜKÜMETİ TOPRAK ALTINDA KALIR MI?
Rodrigo Cortes’in yönettiği ve Ryan Reynolds, Robert Paterson, Jose Luis Garcia-Perez ile Stephen Tobolowsky’nin oynadığı Toprak Altında (Buried) kapalı mekan korkusu olanların asla seyredemeyeceği türden bir film. Çünkü daha filmin başında Paul Conroy isimli ABD’li bir kamyon şoförünü eski ahşap bir tabuta canlı canlı gömülmüş halde uyanır ve tabutun tahtalarını tırmalar ve tekmelerken buluruz! Bir telefon bulur ve kendini kurmamaları için FBI, çalıştığı şirketi, eşini arar. Sonra aksanlı bir İngilizce konuşan bir adam, tabuttan kurtulması için sadece 90 dakikası kaldığını ve eğer 5 milyon dolar bulmazlarsa öleceğini söyler.
Paul Conroy buradan kurtulabilecek midir? Kurtulacaksa ne pahasına? Kurtulamayacaksa neden… Ve en önemli soru: Tabutun içindeki aslında bir Amerikan vatandaşı mıdır yıksa kapitalist şirketleriyle koskoca bir Amerikan hükümeti midir?
Buyurun buradan yakın!

ŞANTAJ
John Curran’ın yönettiği ve Robert De Niro, Edward Norton, Milla Jovovich ile Frances Conroy’un oynadığı Şantaj (Stone), insanın iyilik ve kötülük arasında dengesinin ne zaman ve nasıl bozulabileceğini sorgulayan ilginç bir film. 5 yıldızlı değil ama seyredilebilir. Bilhassa De Niro hayranları için…

YE DUA ET SİNEMAYA GİT

Ryan Murphy’nin yönettiği ve Julia Roberts, Javier Bardem, James Franco ile Richard Jenkins’ın oynadığı Ye Dua Et Sev (Eat Pray Love), pamuk şekeri türünden bir film. Liz Gilbert’in ruhunu dindirmek için dünryayı gezerken yaşadıklarını romantik komedi tarzından anlatan film, tipik bir Hollywood işi. Kötü geçen bir haftanın sonunda biraz rahatlamak, deşarj olmak ve sonra unutup gitmek istiyorsanız (Belki de hiç aklınızdan çıkmayabilir) o hafta sonu, yemek yiyin, dua edin ve sinemaya gidin!  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder