8 Eylül 2010 Çarşamba

Machete’de Amerikan Rüyası Haricinden Ne İstersen Var…

Ustura (Machete) kelimenin 0 manasıyla "arabesk" bir film. Arabesk ne kelime? Bayağılıkta en dibe vurmuş ki anlatılamaz, ancak izlendiğinde bincine varılır!  Yapımcı Tarantino ve yönetmen Robert Rodrigez’in işbirliğinden doğan bu kanlı paçavra, aslında, Huntington’un öfkeli dille ifade ettiği gibi, "Anglo-Protestan" Amerikalıların yarattığı "Amerikan Rüyası"nı tehdit eden çok ciddi gerçeklere –böyle bir misyonu olmasa da- gönderme yapıyor.





Belki, “arabesk yavşaklığı” lafını hatırlatan filmi sonuna kadar sabırla seyretmemin neden de budur…  Samuel P. Huntington, 2004 yılında yayınlanan, "İspanik Meydan Okuma" isimli makalesinde şöyle diyor:
"Amerika, Anglo-Protestan kültürünün mahsulüdür. Bu kültürün ana unsurları İngiliz dili, Hıristiyanlık, dini bağlılık; bireylerin hakları ve yönetenlerin sorumluluğunu içine alan hukukun üstünlüğü şeklindeki İngiliz kavramları; bireycilik konusunda muhalif Protestan değerler, iş ahlakı ve insanların yeryüzünden bir cennet, "tepenin üzerinde kurulan bir şehir" yaratma kabiliyetine sahip olduğu ve bunun insanların görevi olduğu inancıdır. (…) Eğer (Amerika) 17. Ve 18. yüzyıllarda İngiliz Protestanlar tarafından değil de Fransız, İspanyol ya da Portekizli Katolikler tarafından yurt edinilmiş olsaydı Birleşik Devletler, bugünkü ülke olur muydu? Bunun cevabı kesinlikle hayırdır. Birleşik Devletler olmazdı; Quebeck olurdu, Meksika ya da Brezilya olurdu. "

Bu sözler şu anlama geliyor: Meksika’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne doğru süren göç, günümüz Anglo-Protestan Amerika’yı tehdit etmektedir. Göçmenler, başka ırktan, başka din ve kültürdendir ve bunların "Amerikan Rüyası" görebilmeleri muhaldir! Çünkü dilleri ve imanları buna manidir!
S. P. Huntington biraz daha ileri giderek şöyle diyor:

"Bununla beraber 20. Yüzyılın son 10 yıllık diliminde birleşik devletlerin Anglo-Protestan kültürü ve onun mahsulü inanç, saldırıya maruz kaldı! Mevzubahis saldırı çok kültürlülük ve farklılık doktrinlerinin siyasi ve entelektüel çevrelerdeki yaygınlığı; ulusal kimliği aşan ırka, etnisiteye ve cinsiyete dayalı grup kimliklerinin ön palan çıkışı; ulus aşırı kültürel diasporaların etkisi; çifte vatandaşlığa ve çifte sadakate sahip göçmenlerin artan sayısı; ABD entelektüel çevresi, iş dünyası ve siyaset sahasındaki elitler bağlamında kozmopolit ve ulus-aşırı kimliklerin giderek belirgin bir hal alması keyfiyetinden gelmektedir. Birleşik Devletlerin ulusal kimliği, diğer ulus devletlerde de olduğu gibi hem globalleşme unsurlarının hem de globalleşmenin insanlar arasında doğurduğu daha dar ve daha anlamlı "kan ve inanç" kimlikleri ihtiyacının meydan okumasıyla karşı karşıyadır! (…) Bu geniş boyutlu göçün (iyi bir kaynaşma söz konusu olmaksızın) devam etmesi, Birleşik devletlerini, iki dilli ve iki kültürlü bir ülke şeklinde bölebilir."
Yazarımız sonunda İspanik Meydan Okuma’ya karşı şu tehdidi savurur:

"Bir Americano rüyası yoktur. Sadece Anglo-Protestan bir toplumca yaratılmış Amerikan Rüyası vardır. Meksikalı Amerikanlar, bu rüyadan, bu toplumdan ancak İngilizce rüya görürlerse pay alacaklardır…"
İşte Tarantino ve yönetmen Robert Rodrigez, Amerikalı ulusalcı elitlerin bu kadar ciddiye aldıkları bir konuyu bir kanlı paçavra, bir tür eğlencelik film haline getirerek neredeyse çöpe atıyorlar diyebiliriz. Veya daha iyimser bir yaklaşımla, bu mesele ancak bu kadar arabeskleştirilerek, aptal filmlerle aptallaştırılmış dünyada, sinema seyircisine ancak böyle anlatılabilirdi yaklaşımını benimseyebiliriz. Biraz daha ileri gidip Ustura’nın (Machete) aslında Meksikalılardan yana görünüp, acı gerçeği Amerikalı şişkolara anlatmak derdinde bir film olduğunu dahi iddia edebiliriz: Zaten filmde, ırkçı Amerikalılara karşı hareket ânı geldiğinde, Teksas’a göç etmiş bütün Latinler, gelen mobil telefon mesajlarıyla çalıştıkları kurumlardaki işlerini bırakarak savaşa katılmıyorlar mıydı?

Ya da bütün bunlardan bana ne? Ben saplanan bıçakları, fışkıran kanları, seksi güzellerin bir karış topukla erkek kovalarken kalça kıvırmalarını seyrederim diyorsanız, o da olur. Filmde her şey var. Amerikan rüyası haricinde!


Bu yazı Bizim Gazete'de (03.09.2010) yayınlanmıştır


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder