6 Nisan 2010 Salı

Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak. İstanbul, İstanbul...

Bugün İKSV'nin akredite basına reva gördüğü her günkü programı saat 13.00 kadar teyit edip bilet alma uygulamasına çok öfkelendim ama sonra bunun bana ne büyük bir fayda sağladığın görünce öfkem biraz geçti. Benim öfkem bir takım pamukların öfkesi gibi para görünce geçmiyor. Manevi alemden gelen ilham ile hareket edince huzur buluyorum. Bakın bugün neler yaptım!




1. Sultanahmet'e gidip Dikilitaş'ın önüne geçtim ve M.Ö. 2000 yıl önceki sanatçıların eseri önünde fotoğraf çektirerek kendimi 4000 yaşında hissettim! Bu arada İbrahim Paşa Sarayı'na bakıp onun Makbul İbrahim'den Maktül İbrahim'e tereddi edişini düşündüm. Ah iktidar, sen ne acayip şeysin. İkbalsin, idbarsın dedim. 

* * *
Daha sonra biraz dinlendim. Sultanahmet Camii'ni seyrettim. Necip Fazıl'ın "Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu" mısrasının tınısı arasına Sırp ve Yunanların çil yavrusu gibi dağıttığı Balkan camileri geldi aklıma, gözlerim yaşardı. Ama lalelerin renk-ahengine kapılarak kendimi avuttum....

* * *
Yürüyerek Galat Köprüsü'ne vardım. Balık tuttum. Yoksul balıkçılarla yarenlik ettim. Bana katlandılar. Orada da teşekkür ettim, şimdi de teşekkür ediyorum.

* * *
Şu leğendeki soldan üçüncü balık benim tuttuğum balık. İnanmıyor musunuz? O zaman size Nasreddin Hocanın fıkrasını hatırlatayım: "Dünyanın merkezi eşeğimin kuyruğunun işaret ettiği yerdir. İnanmayan ölçer" demiş... :))))

* * *
Her ne kadar "Babası" vefat edip Hacı Bektaş'a defin edildiyse de ne göreyim? Abdül Cambaz Köprü'deydi. İnanmayın fotoğrafı büyütüp bakar!

* * *
Biraz dikkat edince insan neler görüyor. Levrek nire, Çinakop nire? (Başlık ve içerik arasındaki farka dikkat!)

* * *
Karaköy'de Ziraat Bankasının tarihi binası önünde fotoğraf makinemi kurup kendim fotoğrafımı çektim (sayılır mı?)

* * *
Baktım ki beni arayan sonan yok. Bir umumi telefon bulup kendi cep numaramı çevirdim. Cebim zırıl zırıl öterken yanımdaki kadıncağız "Beyefendi cep telefonunuz çalıyor!" Dedi. Ben gülünce kadın korktu ve dönüp kendi işine baktı! :))

* * *
Sonra Tünel'e bindim. Fotoda görüldüğü gibi. Biliyorsunuz Tünel Sultan Abdülaziz'in 1876 yılında hal edilmesinden (tahttan indirilmesinden) hemen bir yıl önce açıldı. Bugün en çok Japonlar seviyor burayı? Nedenini ben de bilmiyorum...

* * *
Sonra Tünel Taksim Nostaljik tramvayı ile Galatasaray'a kadar geldim. Burada inip Sabırtaşı lakaplı Ali Topçuoğlu'ndan bir içli köfte yemek istedim. Fakat oğlu Mustafa 11 ay önce 30 Nisan'da vefat ettiğini söylemez mi. Nasıl burkuldum, nasıl, anlatamam! Ruhuna bir Fatiha okudum. Eşinin yaptığı Kahramanmaraş usulü harika içli köfteyi oğlu Mustafa'nın elinden alıp yedim. Ama... Hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. :(((

* * *
Ve bu gecelik bu kadar gerisi yarın...  Bir de tabii başlığımızı ödünç aldığmızı şiir: 


Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.

İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.

Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.

Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüzgar onda, onda misale.

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...

İstanbul,
İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...

Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...

Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..

Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

O manayı bul da bul!
İlle Istanbul'da bul!

İstanbul,
İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.

Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.

Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...

Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir "Katibim" i...

Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak.

İstanbul,
İstanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...

Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.

Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.

Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,

İstanbul,
İstanbul...

 NECİP FAZIL KISAKÜREK

4 yorum:

  1. İstanbul'u gezmiş olduk sayenizde. Bu güze yazı için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Sıradan bir gezi nasıl da sıradışı olur? Elbet,insan istemeye görsün; görgü ile bilgisi yetip artıyor bile...

    Abdül Cambaza oldukça şaşırdım.Ölmemesi oralarda olması oldukça mutlu etti beni. Demek ki ruh beden değiştirmişti. .))

    YanıtlaSil
  3. sıcak, samimi bir yazı, resimler...

    ama en çok eğlendiğiniz an, telefon _da olduğunuz andır, galiba...)

    YanıtlaSil
  4. Bu yazıyı yılın yazısı ilan ediyorum:)))
    Yoktan var etmek diye buna derim.
    Yaratıcılık hat safhada. Canım sıkkındı okurken ve neşem yerine geldi.

    YanıtlaSil