Yazıma açılış gecesinin zeki sunucusu Ceyda Düvenci’nin patlattığı espri ile başlamalıyım. Ulasal Yarışma Jüri Başkanı Tuncel Kurtiz, bu görkemli açılışta jüri seçimleri için bir konuşma yaptı. Seçilen her jürinin tercihlerinin farklı olacağını ifade etti. Sonra da, "Biz bir filme ödül vermemiştik, gitti Oscar aldı!" dedi. Ceyda espriyi patlattı: "Yani Altın Portakal alamayan filmlerin tesellisi Oscar mı?" Bu soru Tuncel Bey'in beklemediği bir soru olacak ki, cevap veremedi. Zeki Ceyda lafını şöyle tamamladı: "Evet efendim, Altın Portakal yarışını kazanamayan film Oscar alacakmış, hiç üzülmeyin..."
Bu konuşmalar Altın Portakal'a gönderilen Üç Maymun'un bu yıl portakal yiyemeyeceği şeklinde yorumlandı... Bu arada, Oscar'dan söz açmışken: Yeşim Ustaoğlu'nun Pandoranın Kutusu filmini gören ödüllü ve sektörü temsil eden kurumların başında bulunan bir zat, "Biz Oscar'a yanlış film göndermişiz!" buyurmuşlar. A. Ö.'den duydum!
ŞİMİDİ GELELİM SEYRİ SEFAİNE !
Doğrusunu söylemek gerekirse Festival çok keyifli geçiyor... Antalya günlük güneş... Burada güller açıyor. Tabii bir de yıldız yağmuru var... Bütün o yıldızların THY marifetiyle Antalya'ya nasıl yağdırıldığını basın ve televizyonlardan eminim öğreniyorsunuzdur. Bu sebeple ben sizlere seyrettiğim filmlerden, söz etmeye değer durumlardan, kendi yorumlarımdan bahsedeyim…
Kadir İnanır'ın başrolünü oynadığı Cellat’tan başlayalım. Cellat Yeşilçam geleneğinin oldukça yetkin ama geç kalmış bir örneği. Yönetmen Şahin Gök ve ekibi her konuda yenilik yapmak için çok çaba göstermişler. Bilhassa kurguda hızlı, koşut ve durağan anlar yaratmayı denemişler. Görsel etki sağlamak için yakın çekimlerin gücünden yararlanmışlar...
Oyuncular mümkün olduğu kadar dönemin şartlarına uygun davranmaya çalışmış. Bunların içinde Atilla Saral hemen fark ediliyordu. Ama asıl farkı Kadir İnanır yaratıyordu... İnanır, Kambur Bayram tiplemesini bir karaktere dönüştürmek için çok çaba sarf ediyor. Bilhassa genel planlardaki kambur duruşu ile herkesten kısa ve aciz görünmesi çok ciddi bir etki yaratıyor... Portre çekimlerinde de başarılı yüz ifadesi ile etkileyici olduğu aşikârdı…
Filmim ana zaafı "komünizmi" öven "devrimci bakış açısı" idi. Marksist oğlunu kaybeden savcı babanın (A, a? İsmail Güneş'in Gülün Bittiği Yer filminde de savcı yok muydu?) onun ölümü üzerine birdenbire bir tür "Marksist hidayete" ermesi bir zaaf olarak algılanıyor. Ama mesela bu savcı babanın, hücre duvarına okuma yazma öğrettiği Bayram'ın adını yazması, buraya daha önce atılan devrimcilerin yazdığı kuru ve metalik sloganlar yanında çok manidar duruyordu. Çünkü bu sahne halk için devrim yapan gençlerin halkın çoğunun okuma yazma bilmediğini, bilenlerin okuduğunu anlamadıklarını bile bilmediğini göstermek istiyordu... Etkili bir anlatımdı...
Bakalım çoğu "devrimcilerden oluşan jüri" bu devrimci filme ne muamele çekecek?
KRİZ-ENTELEKTÜEL SİNEMA, YENİDEN Mİ?
İki Çizgi, filmi çok genç yaştaki bir ekipten beklenemeyecek kadar ağır, ağdalı ve iç dinamikten bile yoksun bir miunimalis" sinema örneğiydi. Filmin basın toplantısında yönetmen Selim Evci'ye sordum:
-En çok etkilendiğiniz Türk Yönetmen kim?
-...
-Mesela Nuri Bilge Ceylan'dan etkilendiniz mi?
-Belli oluyor mu?
-Hem de çok!
Ah Nuri Bilge, ah! 4.5 dakika süren planlar yapmak zorunda mıydın ilk filmlerinde..
İSMİYLE MÜSEMMA BİR FİLM: PANDORANIN KUTUSU
Yunanlıların entrikacı, ırz düşmanı hatta bir Ahmet Hamdi Tanpınar yorumuna göre bir ve tek Allah’tan “Tanrım bana yardım et!” diyerek merhamet dilenen tanrısı Zeus, bir gün bir kadın yaratır ve insanlığa armağan ettiği bu kadına Pandora adını verir. Meraklı Pandora açmaması tembih edilen bir kutuyu açar ve kutudan bugün bile dünyamızı hâlâ kasıp kavuran kötülükler saçılır. Pandora kutuyu kapattığında içinde sadece umut kalır (Bu mitolojik masalı okuduğumda veya dinlediğimde hep aklım karışır. Zeus bütün pisliklerin içine neden “umut”u da dâhil etmiştir anlayamam. 'Be adam umut için başka bir kutu bulamadın mı?' Diye sorarım!)
El hâsıl Yeşim Ustaoğlu filmine bu adı vermiş. Daha önceki filmlerinde dolayı “etnik takıntıları olduğu” şeklinde bir kanaatim bulunan Yeşim Ustaoğlu bu sefer diğer filmlerinin aksine çok farklı bir “bağlam” yakalamış: Evrensellik!
Festivalin portakal için yarışan iddialı filmlerinden biri olarak öne çıkıyor Pandoranın Kutusu. Ama tabii jürinin kararları hakkında kimse fikir yürütemez. Biz zadece kendi kanaatlerimizi yazıyoruz efendim.
SİVRİ ZEKALI BİR YÖNETMEN: BEN HOPKINS
Ben Hopkins isimli sivri zekâlı ve sevimli bir İngiliz’in yazıp yönettiği “Pazar: Bir Ticaret Masalı” her bakımdan bir Türk filminden farklı. Bir kere sermayesi karışık. Anladığım kadarı ile ancak yüzde 19’u Türk. Geri kalanı İngiltere, Almanya ve Kazakistan’a ait. Filmin hikâyesi Türkiye’de geçiyor ama senaryo-yönetmenlik Ben’e ait. Teknik ekipte yabancı eleman gırıla. Amma velâkin rüşvetçiler, yalancılar, içki içip camiye girip Allah ile ikiyüzlü pazarlığa oturanların tamamı Kürt! (Bir rivayete göre Azeri.) Yahu bu Doğu Anadolu’muzda bir tek dürüst, namuslu, Allah’tan korkan, rüşvetsiz iş görmeyen adam kalmadı mı? Biz bu Kürtleri (veyahut Azerileri) canımız ciğerimiz gibi severiz ve onları mert, sözünün eri, kendine sığınanı canından ileri tutanlar olarak bilmez miydik? Bu adamlar Ben Hopkins’in prizmasından geçince mi böyle oldular yoksa biz onları yanlış mı tanıyoruz? Allah Allah!
Neyse efendim. Ben Hopkins’e sordum:
-Senaryoyu siz mi yazdınız?
-Evet.
-Peki, “küfelik olmak” deyimini biliyor musunuz?
Ben, şaşkın şakın baktı. Yanındaki genç ve başarılı Türk oyuncu Tayanç Ayaydın ona küfelik olmak deyiminin ne anlama geldiğini anlattı.
Bunu neden sorduğumu izah ettim. Filmlin kaypak ve üçkâğıtçı Anadolulusu Mihram, Ezren Devlet Hastanesi’nden pahalı bir ilaç çalıp geldiğinde artık onu insan yapan içindeki bütün duvarlar yıkılmıştır. Artık o bir insan müsveddesidir. Kadeh kadeh rakı içerek sarhoş olur ve evine giderken yığılıp kalır. Yıkıldığı yer bir pazar yeridir ve hemen ilerisinde iki küfe durmaktadır… Doğrusu sinematografik okumada bu resim, deyimi bilenler için bir hatırlatmadır. Ama tabii bilinçli olarak yapıldı ise. Ben de öyle sandım ve Ben’e sordum.
-Bunu bilinçli olarak mı yaptın?
-Hayır!
Vallahi adam Orta Doğu’ya petrol için gelen ve Osmanlı Barışı’nı bozan atalarından daha dürüst! Yalan söylemiyor. Soğuk ve gururlu İngiliz züppelerinden değil. Sevimli.
Üstelik filmi de çok sağlam. Oyuncu yönetimi iyi. Bir sahnenin hafif tiyatro-vari olmasına göz yummak pahasına Genco Erkal’ın döktürmesine göz yummuş. Tayanç’ı o kadar iyi kullanmış ki, En İyi Erkek’ler yarışında yerini almış genç oyuncu..
Fakat bu filmi sakatlayan ne diye soracak olursanız. Acayip oryantalist! 1850’lerden beri herifler gelip bizi bize en b…tan yanlarımızı göstererek anlatıyorlar… Anlatmasınlar mı? Yahu bizi tamamen bu gibiymişiz göstermesinler demek istiyorum!!!
Bu arada bizimkilerin bir kısmı ne yapıyor? Libidoları ile kompleksleri ile anlayamadıkları felsefi meselelerle uğraşıp “kriz-entel melodramlar” yaratıyorlar…
Ah benim güzel Türkiye’m! Ah benim güzel milletim! Ah benim güzel Antalya’m…
Size neler yapıyorlar farkında mısınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder