7 Mayıs 2009 Perşembe

Üstatlara Danış İşin Rast Gitsin

DERVİŞ'İN 'NOKTA'SI

DERVİŞ ZAİM, sinemamızda “kendine has”lığı yakalayan en ilginç yönetmenlerdendir. “Minimal sinema dörtlüsü”nün birbiriyle kesişen tarz ve üsluplarından farklı bir sineması vardır. Bir kere akranı yönetmenlerden onu ayıran en önemli özellik, “Ben bilirim, ben yaparım!” havasında olmamasıdır. Cenneti Beklerken’de danıştığı kişilerin kimler olduğu, "bilgi sahiplerine danışarak iş yapma” karakteristiğini gösterir. Kendimi bildim bileli tarih okuyan bir seyirci olarak o filminde hata bulamamıştım. Antalya Altın Portakal’da görmezden gelinmesi üzerine “portakalın, sinemamızda fert başına düşen cahillik ortalamasının yüksekliğine kurban gittiğini” yazmıştım.
Nokta, Cenneti Beklerken filminin kötü kaderini paylaşmadı ama seyircinin tutumu bu iyi durumu, gişede paspasa çevirebilir. Çünkü sinema salonlarını dolduran ve sayıları milyonları aşan ‘ehli hamakat’, Recep İvedik’e gösterdiği ilgiyi Nokta’ya göstermeyecektir ki, Nokta’ya gitseler bile filmi anlayabileceklerini sanmıyorum.
Kullandığı sinema dili (tek ve kesintisiz plan), kullandığı teknoloji (digital teknoloji), seçtiği mekân (Tuz gölü) ve konuya yaklaşım biçimindeki ‘dervişane asabilikle’ çok ilginç bir film ortaya çıkaran Zaim’e gişe başarısı diliyorum!
Diğer yandan ona uyarak Tuz Gölü’nün üstündeki çekimler boyunca azap çektiklerine inandığım ekibinin gösterdiği tahammülün değerini bulmasını diliyorum.

*** *** ***

USTA: MÜTEBESSİM


BİR TÜRK FİLMİ



USTA, Bahadır Karataş’ın izlediğim ilk filmi. Genç ve iyi oyunculardan oluşan kadrosu (Yetkin Dikinciler, Fadik Sevin Atasoy, Hasibe Eren, Şevket Çoruh) ve mizahi anlatımıyla seyirciyi yakalayan bir film. Karataş, Türkiye’deki siyasi kutuplaşmalara gönderme yaparken mümkün olduğu kadar üslubunu yumuşak tutuyor. Ara tonlara dikkat ediyor. Meseleleri siyah beyaz zıtlığı içinde değil üçüncü kişilerde ideolojik tepkiler doğurmayacak kadar komik ve sevecen şekilde anlatıyor. Bu onun bir savaşçı değil bir misyoner ruhu taşıdığını gösteriyor.


Filmde kör gözüm parmağına ve didaktik bir anlatım yerine gerektiği kadar sembolik ifade kullandığını düşünüyorum. Doğan Usta’nın (Yetkin Dikinciler) bir türlü uçuramadığı pırpırın Cumhuriyet Devrimleri, doğuramayan ve sürekli çocuk hasreti çeken eşinin (Fadik Sevin Atasoy) çoğalamayan Cumhuriyet nesli gibi algılanabileceğini sanıyorum. Ancak bu demek değildir ki, film minimalist yönetmenlerinki gibi “manası karnında” bir filmdir…


Tam tersine herkesin anlayabileceği kadar sade, süssüz, insanımızın hayatına neredeyse birebir gerçekliği çerçevesinde yaklaşan bir yapıya sahip bulunuyor Usta...



Bu arada, Fadik Sevin Atasoy’un ne kadar seksi ve fettan olabileceğini Karataş bize gösteriyor ki, hem yönetmenin oyuncu üzerindeki tasarrufu hem de Sevin’in karakter yaratma gücü açısından önemli buluyorum!

*** *** ***

HAKLAR VERİLMEZ, ALINIR!

İSTANBUL Film Festivali’nde birkaç defa gösterilen Gus Van Sant’ın, Sean Penn’li filmi Milk gösterimede… Dünyanın en köklü demokrasilerinden birine sahip olduğu sık sık vurgulanan ABD’de, -Kızılderili soyunun ‘büyük felaket'ini söz konusu etmezsek- zenci liderler, Martin Luther King ve Macom X gibi etnik veya dini grupların, "çoğunluğun diktatörlüğüne kurban gitmemek" yönünde verdikleri mücadele sonucu öldürülmeleri sinemada pek çok defa anlatıldı.


Gus Van Sant, meşrebi icabı dikkatini ABD’li eşcinsellerin kamu yönetimine seçilmek gibi siyasi, birbiriyle evlenme ve eşcinsel olmayanlar veya dindarlarca lanetlenmemeden yaşayabilmek gibi sosyal haklar için kelle koltukta mücadele eden Harvey Milk’in hayatını anlatıyor. Gerçekten yaşamış olan ve hasım bir politikacı eliyle katledilen Milk ile etrafındaki diğer eşcinsellerin siyasi sosyal mücadelesinin sergilendiği filmi kimi sahneler dışında “burnunuzu tutmadan” seyredebilir, hatta “uzlaşma rejimi” şeklinde yanlış algılanan demokrasinin aslında “zıtlıkların bir arada temsil edilebildiği bir rejim olması gerektiğine” dair dersler bile çıkartabilirsiniz.


Filmde alttan alta işlenen bir başka önemli tez daha var: 250 milyonluk Amerika’da o gün bir avuç bile tutmayan eşcinsellerin, kamu yönetiminde koltuk kapmaları üzerine eyalet valisini, “Seçimlerde sana oy vermeyiz, vali filan olamazsın!” şeklinde tehdit edecek hale gelmesi… Harvey Milk, o kadar insancıl, o kadar barışçı, o kadar başkalarının haklarına riayet eder görünmesine rağmen valiyi tehdit edebiliyor! Bu, insanların güç, para, iktidar veya bir başka erk ile sınavdan geçerken gerçek karakterlerinin ortaya çıkışı olarak yorumlanabilir. Başka bir açıdan şöyle diyebiliriz: Bir konuda aşırı derecede ileri gidenlerin zıddına dönüşebilmesi mümkündür!




ALTYAZI: “Bütün seçimler, tıpkı satranç veya tavla gibi içinde pek az bir ahlakî unsur bulunan bir çeşit oyundan ibarettir; doğru veya yanlışla ahlakî meselelerle oynanan bir oyun… Doğru yönde oy vermek bile doğru veya haklı yönde hiçbir şey yapmamak anlamına geliyor. Verdiğiniz oyla sadece doğrunun hâkim olması yönünde zayıf bir istek belirtmiş oluyorsunuz.”


- Hanry David Thoreau


(Sivil İtaatsizliğin kurucusu


ABD'li yazar ve düşünür)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder