SAYFALAR

28 Aralık 2007 Cuma

Klasik Eşkıya ile Organik Eşkıyanın Savaşı!

BAŞOYUNCULUKLARINI Şener Şen ve Kenan İmirzalıoğlu’nun paylaştığı Kabadayı, seyirci aklının işleyişi gereği, ilk izlendiğinde, “Eşkıya’nın bir devamı” düşüncesini doğuruyor. Böyle düşünen seyircilerin pek çok haklı sebebi var. İlk olarak filmin senaryosunu yazan kişi ile ve başrolü paylaşanlardan biri Eşkıya’nınki ile aynı. Yavuz Turgul ve Şener Şen Eşkıya ile neredeyse bir bütün olmuşlardı.

İkincisi, Eşkıya filminde anlatılan “eski kulağı kesik” ama bileğine de yüreğine de güvenen “gözü kara katil” karakterinin öyküsünün bir benzerinin, Kabadayı’da tekrarlanıyor olması: Seyirci Şener Şen’in canlandırdığı tövbekâr kabadayı (eli kanlı katil) Ali Osman ile Eşkıya Baran’ı birbirine çabucak bağlayıveriyor. Çünkü her ikisi de her şeye rağmen hayatta kalabilmeyi başarmış ama “kadınına sahip çıkamamıştır”.
Kabadayı’daki hiçbir şeyden haberi olmayan, babasının kimliği hakkında hiçbir fikri bulunmayan oğul Murat’ın (İsmail Hacıoğlu) karşılığı Eşkıya’da Uğur Yücel’in canlandırdığı Cumali karateri gibi algılanmaktadır. Her iki filmin yapımcısı Mine Vargı’dır. Bu da seyircinin elbette “deja vu” yaşamasına sebep olmaktadır.
Kabadayı farklı bir hikâye.
Fakat Kabadayı’yı daha dikkatle izlediğinizde iki ayrı hikâyenin birbiriyle, “güzeller güzeli, uğrunda hayat bile feda edilebilecek bir kadın” yüzünden kesiştiğini, bundan sonra asıl ağır basan hikâyenin Devran (Kenan İmirzalıoğlu) ve onun etrafında şekillenen farklı bir hayatın hikâyesi olduğunu anlıyorsunuz.
Devran ile Ali Osman farklı köklere bağlı iki karakterdir. Biri klasik kabadayıdır: Bunlar hayata mağlup ve hiçbir şeysiz başladıklarından istediğini zorla, hatta acımadan insan katlederek ele geçiren kişilerdir. Kanundan ve kolluk kuvvetlerinden kaçtıkları için halk dalkavukluğu yaparlar. Hak hukuk dinlemeden ele geçirdikleri paralarla fukaraya çorba içirip, ara sıra harçlık dağıtırlar. Böylece inançlarının en başta yasakladığı katil ve hırsızlık suçunu, “hayır işleyin” emrini yerine getirerek örtmeye çalışırlar! Yaşadıkları hayat korkulu, ikiyüzlüdür. Elleri kanlıdır. Böyle bir karakterin yüceltilebilmesi aslında ahlaken de mümkün değildir. Nitekim Ali Osman film boyunca sürekli pişmanlık duygularından, ellerindeki kandan bahsetmekte, etrafındaki tüm kişiler onu yüceltirken, o, kendi gerçeğini yani kirlenmişliğini ve arınma ihtiyacını dile getirmektedir...
Organik eşkıya devri ve Devran
Devran karakterine gelince: Bu yeni tipin eski kabadayı tipi ve geleneği ile doğrudan bir ilişkisi yoktur. Bunlar biraz daha karmaşık işler yaparak başlarlar hayata. Çek senet tahsilatı, ihalelere fesat karıştırmak gibi birkaç basamak üstte ve kimi zaman bilgi ve çok miktarda sermaye gerektiren işlerle uğraşırlar. Bu yüzden doğrudan doğruya servet sahipleri ile siyasi otoritenin emrine girerler. Çünkü yaptıkları karanlık işleri hemen her anlamda “lojistik destek” almadan yapamazlar. Daha esprili bir ifade ile söyleyecek olursam, bunlar “organik eşkıya”dır!
İkisinin arasındaki diğer bir temel fark: birinin korunmasız olması, diğerinin ise ilaçla uyuşturulup dansöz elbiseleri giydirilerek şantaja maruz bırakılmasıdır.
Süper prodüksiyon
Kabadayı bir kere çok para harcanarak gerçekleştirilmiş, ‘Hollywood’vari bir yapım. Çok para, çok tanınmış oyuncular, hayatın karanlık yanına dair bir hikâye, çatışmalı, patlamalı, gerilimli sahneler, delikanlıların ocağını söndüren “femme fatale” benzeri bir “afet-i devran” (Karaca karateri) ve çok iyi planlanmış şiddet sahneleri: Devran ruleti, piknik baskını, Devran’ın Sürmeli ve daha sonra patronunu öldürdüğü sahneler gibi...
Kabadayı’nın başarılı yanlarının en önemlisi, çok uzun bir film olmasına rağmen seyircinin dikkatini uyanık tutabilmesi... Yani Kabadayı sizi içine alabilen güçlü anlatım büyüsünü elde edebilmiş şanslı filmlerden biri...
Oyunculuklar üzerine birkaç kelam
Devran’ı her şeyi yok etmeye başlayan bir deve dönüştüren öyle bir tutku ve aşk ki, anlatılamaz! Karaca, Devran için başlangıçta sıradan bir kurye iken sonradan vazgeçilemez bir karasevda objesine dönüşür. Objesine diyorum, çünkü Devran aklen ve ruhen sağlıklı değildir. Saplantıları vardır. Tutku onda bir hastalık olarak gelişip büyür ve sevgisi, aşk bir yıkım makinesine dönüşür...
Kenan İmirzalıoğlu Devran karakteriyle bu karmaşık ruh halini öylesine yüksek bir performans sağlayarak canlandırıyor ki, anlatamam. Ancak filmi seyrederek bu yüksek oyunculuk gücünün tadına varabilirsiniz. Hatta açıkça söyleyebilirim ki, Kenan İmirzalıoğlu, Türk sinemasının yaşayan en büyük oyuncularından biri sayılan Şener Şen dahil olmak üzere, Kabadayı’daki oyunculuğu ile tüm oyunculukların üstüne çıkıyor. Üstelik Yazı Tura’daki “Hayalet Cevher” karakteriyle gösterdiği yüksek performansının bir tesadüf olmadığını net bir biçimde gösteriyor. Tebrikler Kenan İmirzalıoğlu. Eğer sağlam durursan bundan sonraki durağın dünya sinemasının kalbinin attığı yer olan Hollywood’dur, inan! Kabadayı’yı bir kere daha senin oyununu yeniden izlemek için seyredeceğim!
Bir filmde kaç başrol olur? Neden?
Filmin tanıtımında aynen şöyle bir ifade var: “Başrollerini Şener Şen, Kenan İmirzalıoğlu, İsmail Hacıoğlu, Rasim Öztekin ve Aslı Tandoğan’ın Paylaştığı “Kabadayı”. Kabadayı filminde iki başrol var: Biri, Devran diğeri ise Ali Osman. Hikâye bu iki karakterin çatışması üzerine kuruludur. Çatışma Devran’ın Karaca’ya olan hastalıklı tutkusundan kaynaklanıyor ve bu yıkıcı tutkunun ve gücün karşısına çıkmaya, finalde hikâyeyi nihayetlendirmeye Ali Osman’ın gücü yetiyor. Diğerleri ise sadece yan karakterler olarak kalıyor!


Bu yazı (28.12.2007) tarihinde Bizim Gazete'de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder