24 Ağustos 2025 Pazar

BİR TEL KOPAR...

Çocuktuk. Memleketin tozlu, kirli ve kötü kokan sokakları belediyenin arazözleriyel yıkanırdı. Çünkü bu sokaklardan sadece insanlar, araçlar, sokak hayvanları geçmez, en az üç evin birinde varlığını sürdüren inek veya camız (manda) gibi hayvanlar her sabah nahıra katılır, her akşam aynı ana yoldan sokaklara oradan da evlerin ahırlarına yürürlerdi. Bu yürüyüş esnasında sokaklar ve ana yollar bir tür açık hayvan helâsına dönerdi. Bir de eşek ve at arabalarını yük ve ulaşım aracı hayvanı olarak kullanan esnaf ile ata binerek işine, bağına bahçesine gidip gelen eşrafın bineklerinin dışkıları kirliliğe tüy dikerdi. Sözün kısası, memleket hayvanlar için Fransız Sarayından farksızdı. Yaz aylarında bu durum dayanılmaz bir hal alırdı. Karasinek, sivrisinek, üvez gibi şimdi adını unuttuğum türlü türlü uçucu haşerat, gece ve gündüz olmak üzere nöbeti devralarak hayatımızı zindana çevirirdi.

Şehrin merkezindeki tarıma dayalı pazar yerlerine yakın olmasa da deve kervanlarıyla Aydın’dan, sanıyorum önceleri Halep ve Şam’a daha sonra Güneydoğu’daki ilere kadar gidip dönen Türkmen/Yörük tüccarlar vardı. Bunlar geldiği zaman şehirde bir ses kulaktan kulağa dolaşırdı: “Aydınlılar gelmiş!” Öte yandan güz ve ilkbaharda kollarında bohçaları “Yarpuz var haaa, ıspatan var haa, kuzukulağı var ha!” veya “Çiğ var ha, halbur var ha” diyerek tarhana serilecek ince saz çubuklardan yapılan çiğ tabir edilen 2 metrelik roloları ve hayvan bağırsağından yapılan, buğday, bulgur ve benzeri tahılların, tahıl mamullerinin elendiği çeşitli boyda, çeşitli örgü sıklığında kalburları, elekleri satan, “Abdal kadınları” da o hayatın önemli bir parçasıydı. Ki bu kadınlar kimi zaman cenazelerde ağıtçılık (sıgıt/çılık) yapar ve ölünün “soyka”sını yıkarlardı!

Her gün gelip geçtiğimiz, her köşesini, harabeye dönmüş metruk evlerini en ince ayrıntısına kadar bildiğimiz sokak araları, oyun başladığında büyülü bir değnek dokumuş gibi görkemli bir başkalaşma yaşar harikalar diyarı sokaklarına, harabelerine dönerdi. Tabi bu anlarda sadece arkadaşların sesleri, çığlıkları değil, mahallenin köpekleri, evlerde beslenen keçilerin hoplaya zıplaya koşuşturup melemeleri de dünyada benzeri yapılamayacak (bestelenmeyecek diyecektim!) bir senfoniye dönüşür, her seferinde camdan başını çıkarıp yalancı bir öfkeyle bizlere bağıran “Zehra Nine”ler de bizi durdurmak yerine çocuk, oğlak, kedi, köpek çığlıklarından oluşan bu cangamayı dinlerlerdi.

Bir gün mahalle ve okul arkadaşım, “taydaşım” M.,  sokağımızın neşesi, oyun arkadaşımız, akşamları yaşlı dul bir komşuya bir kap yiyecek götürüp dönerken yanımızdan ayrılmayan, bizi koruyup kollayan ve cesaret veren “Karabaş”ın kayıp olduğunu söyledi.  Birkaç gün dönmesini bekledik. Ara sıra her sokak hayvanı gibi biraz kaybolurdu. Gelir sandık… Gelmedi.

Sazımızdan bir tel kopmuştu! Bir daha oyunlarımız eski havasında olmadı. Çünkü Karabaş sadece oyuna katılan bir oyuncu değil, oyunu ateşleyen bir yoldaşmış! Her defasında bir gün geri geleceğini umarak oyuna dururduk ama o gelmezdi… Karabaş’ın yok oluşundan sonraki hiçbir oyunumuz eskisi gibi olmadı.

Hayat, Tanpınar’ın dediği gibi; Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak, / Serpilen aydınlıkta dalların arasından / Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman / Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak.” oluşlara izin vermiyor. Ustası Yahya Kemal’in keskin ve iç burkucu şiirinin şu hükmü daha gerçekçi: “Bir bitmeyecek şevk verirken beste /bir tel kopar ahenk ebediyyen kesilir!”

Karabaşın kaybolmasından sonra daha çok şehirdeki değişimi hatırlıyorum. Nahır yasaklanmış, Aydınlılar gelmez, Abdal kadınların güneş yanığı sesleri duyulmaz olmuş, at arabalarına hayvanın dışkısını temizleme koşulu getirilmiş, mahalledeki çocuklar da tayinler, taşınmalar sonucu azalmıştı.

Hala o günleri çok özlüyorum: en çok da Karabaş’ı!


SÖZLÜKÇE:

ARAZÖZ: (Fransızca arroseuse), kamyon, traktör türünde bir taşıta su tankı ve sulama sistemi yerleştirilerek imal edilen ve genellikle ön ya da arkasında sulama düzeneği bulunan motorlu araçtır.

CAMIZ: (Ar. cāmūs < Fars. gāmūş < gāvmіş) Su sığırı, manda, kömüş: Adım Zor Bezirgân Mennanoğluyum / Bakışım bir câmus deve kinliyim (Köroğlu).

MANDA: (Kökü belli değildir) Geviş getirenlerden, öküze benzeyen, fakat ondan daha iri, siyah derili, uzun ve seyrek kıllı, memeli hayvan, su sığırı, câmus, camız. Elli çift mandanın çektiği büyük fetih topları… (Yahya Kemal).

NAHIR: (Erm. naḫir) halk ağzı. Sığır sürüsü.

ÜVEZ: (Orta Türk. [Oğuzca] uyaz “küçük sivrisinek”, ses taklidi k.) Sivrisineğe benzer ufak böcek: Himmeti katında anın mülk-i zemin / Bir üvezin kanadıncadır hemin (Ahmedî).

YARPUZ:  (Eski Türk. Yarpuz) Ballıbabagillerden, nane cinsinden, güzel kokulu, kısa saplı bitki, pülüskün, filiskin.

ISPATAN: Tere. turpgiller familyasından, yaprakları salata olarak yenen baharatlı bir bitki türüdür. İnce yaprakları pişince acılaştığı için çiğ yemek gerekir. Ayrıca içinde birçok vitamin barındıran bir bitkidir. Anadolu'da bolca yetişir. Yabani olanına ıspatan denir.

SOYKA: E. T. Türkçe  halk ağzı. 1. Ölünün üstünden çıkan elbise veya eşya, tereke: Burak aştı kemerlerden / Soyka kaldı erlerden / Bir lokma, bir hırka (Ârif N. Asya – Ö.T.S.). 2. Elbise: Ki giydikleri soykaları arı / Semiz idi yorga idi atları (Süheyl ü Nevbahar – T. S.). Kimi bulsa soyar idi soykasın / Ya öldürüp alır idi kafasın (Hoca Mes’ud).

CANGAMA: Maraş halk ağzı: Çocukların çıkardığı kuş cıvıltısı!

TAYDAŞ: Yaş, meslek, toplumsal durum vb. bakımından birbirine eşit olanlardan her biri, öğür, akran.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder