17 Eylül 2023 Pazar
Sırtında Sopa Karnında Sıpa
İbn Battûta Seyahatnamesini üniversitenin ilk yıllarında okumuştum. Kitapta en çok dikkatimi çeken konulardan biri, kadına verilen değer olmuştu. Battûta, adeta başka bir gezegende yaşayan Türkleri anlatıyor gibiydi. Onun anlattıkları, Anadolu’da kadınlarımıza reva gördüğümüz davranış biçimleriyle taban tabana zıttı.
Türkistan’dan Horasan (Kuzey Doğu İran), İran, Mezopotamya, Suriye bölgelerine indikten sonra Acem, Arap, Yahudi kısaca Orta Doğu milletlerinin kadim ama batıl örf ve âdetlerini, geleneklerini benimseyip, kadınlarımızı tecrit edip tarihin dışına itenlerden oluvermiştik.
Elli-altmış yaşlarındakilerin çoğu, şehir yaftalı kasabalarda, bu kokuşmuş zihniyetin kalıntılarını geveleyen erkeklerin bağ-bahçe, ev, ahır işleriyle ağır hizmetli sınıfına indirgendiği kadınlar tarafından büyütülmüştür.
Elli-altmış yaş civarında olup onların katlandığı angaryaların birebir tanığı olmayan var mı? Her evde ayaklarına dolanan üç-dört çocuk… Sabah, öğle ve akşam yemekleri hazırlama, sofra kurma, sofra toplama, bulaşık yıkama, sabunla çitileye çitileye çamaşır yuma, hamur açıp ekmek pişirme, komşuya yardım etme, çocukları -deyim yerindeyse- gütme, süt sağma ve daha yüzlerce iş…
Çok nadiren “Allah razı olsun” sözünü işitirlerdi. Ama neredeyse günde beş vakit gıyaben veya yüzlerine kırbaç gibi şaklatılan -Orta Doğulu ulusların kadim kültürlerinden devşirilmiş- laf şu olurdu: “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin.”
Oysa tarihçilerin ve seyyahların şahitliğiyle sabittir ki, Türk kadınlarının değeri çok eski zamanlardan beri başka uluslarının kadınlarına nasip olmayan bir düzeydeydi. Örnek mi? Marco Polo tarafından “Türkiye” diye anılan “Deşti Kıpçak”ta, atalarımızın kadınlarına karşı davranışlarını İbn Battûta özetle şöyle anlatır:
“Bu yörede gördüğüm ilginç tutumlardan biri erkeklerin kadınlara gösterdikleri aşırı saygıdır. Bu memlekette kadınlar erkeklerden üstün sayılıyor. (…) Emir Saltiye Bey’in hanımını baştan aşağı pahalı mavi kumaşlarla kaplanmış, pencere ve kapıları açık bırakılmış arabasına bindiği sırada seyretmişti. (…)
“Pazar esnafının ve satıcılarının hanımlarına gelince, bunların da durumu diğerlerinden aşağı değil. Onlardan birini atların çektiği muhteşem bir arabada gördüm. Yanında eteklerini tutan üç dört cariye vardı; başında mücevherlerle donatılmış, ön tarafında tavus tüyünden bir sorgucu bulunan ve “buğtak” adı verilen bir hotoz vardı. Arabanın pencereleri açık olduğu gibi kadının yüzü de örtülmemişi. Zira Türk kadınları yüzleri açık dolaşırlar. Bir başka kadını da aynı şekilde gördüm. Yanındaki köleleriyle pazara süt, yoğurt getirip satıyor, karşılığında esans satın alıyordu. (…)
“Öyle olur ki, bazen kadınlara erkekleriyle beraber rastlarsınız da “Şu adam bu hatunun hizmetkârı olmalı!” dersiniz. Zira kocası koyun postundan bir kürk başında da buna uygun külah denilen şapkadan başka bir şey taşımamaktadır.” (İbn Battûta Seyahatnamesi, sayfa: 317-318, YKY Yayınları, 2005)
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
GÜNÜN YAPIMI
Serçenin Gözyaşları
Gazeteci arkadaşım Ali Eyüboğlu’nun hikâyesini yazdığı “Serçenin Gözyaşları” kadınlar ve onların maruz kaldığı şiddet konusunu işliyor. 20 Ekim’de seyirci ile buluşacak olan Serçenin Gözyaşları için Ali Eyüboğlu, “Gerçek yaşam öyküsünden esinlenerek, ezilen, şiddete, tacize maruz kalan, öldürülen, ön yargılar nedeniyle toplum dışına itilen kadınların yaşamlarına mercek tutmaya çalıştım” diyor.
Yapımcılığını Çağla Başak Çobanoğlu, yönetmenliğini Aysun Akyüz Mehdiabbas’ın üstlendiği filmin Eyüboğlu’nun hikâyesinden uyarlanan senaryosunu ise ‘Altın Kalem’ ödüllü yazar Şengül Boybaş yazdı.
Eyüboğlu, filmin, kadına yönelik şiddete karşı farkındalık oluşturmayı hedeflediğini, hikâyenin 70’li yıllardan günümüze kadar Türkiye’nin bir panoramasını sunduğunu belirterek, şunları söyledi: Öldürülen kadınlara saygı duruşu niteliğindeki film, aynı zamanda çok zor günlerle sınanan büyük ve güçlü bir aşk hikâyesine de odaklanıyor. Gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkarak kaleme aldığım hikâye, aynı zamanda bir umut hikâyesidir. Yaşadıkları ne olursa olsun kadınların istediklerinde neler yapabileceğini etkileyici bir dille anlatmaya çalıştım. Hikâyenin ve tabii filmimizin kadınlara mesajı net: "Artık susma! Konuşman lazım!"
/////////////////////
GÜNÜN ŞİİRİ
Ne olurdu bir kadın elleri avucumda
Bahsetse yaşamanın tadından başucumda
Necip Fazıl
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder