Sosyal medyanın Twitter, Instagram, Facebook, Tik Tok, YouTube gibi akışlarında, tüm dijital platformlarda, ulusal televizyonlarda pek çok tür içerik yanında “mizah / komedi / gülmece” adı altında içerikler yayınlanıyor. Büyük çoğunluğu sıradan insanlar tarafından üretile bu tür içerikler, müstehcenlikten, gaz çıkartıp çakmak tutmaya kadar bel altı konularla meşgul oluyor. Bazılarını 3 saniye bile izlemeye dayanamıyor insan. Bu gibi içeriklerin hiçbir kurumsal yanı yok. Ulusal kanallarda yayınlanan, kurumsal ve iddialı programlarında da seviye belini doğrultamıyor.
Mizah yoluyla güldürmenin tabii ki pek çok yolu var.
Arama motorlarına mizah, gülmece, komedi yazdığınızda sayfalar dolusu tanımlar,
ana ve alt türler, tarzlar hakkında yazılar geliyor ekrana. Ancak bahsedeceğim
şey ansiklopedik bilgi değil, burada üzerinde durduğum, türü ne olursa olsun
mizahın bir entelektüel etkinlik olup olmadığı.
Ne
demek mizahın entelektüel bir etkinlik olması?
Kütüphanemde, 1987 yılı baskısı bulunan “Gülün Adı” romanında Umberto Eco, "Hristiyan ilahiyatının
temellerini oyduğunu” iddia ettiği Aristo’nun Poetika kitabını okuyan rahipleri
birer birer zehirleyen Burgoslu Jorge ile romanın kahramanı Rahip William arasındaki
uzun konuşmada “mizah/gülmece” konusunu tam da bu bağlamda tartışır.
Rahip William sorar: “Ama gülmekle ilgili bu incelemede seni korkutan neydi?”
Burgoslu Jorge cevap verir: “Gülme bedenimizin
güçsüzlüğüdür. Yozlaşması, yavanlığıdır. Köylünün eğlencesi, sarhoşun
özgürlüğüdür; kilise bile akıllıca davranarak, şölenlerle, şenliklerle,
panayırlarla, insanı neşelendirerek öteki isteklerden ve tutkulardan uzak tutan
bu günlük yozlaşmaya izin vermiştir… (…) Tanrı’nın kurulu düzenine
başkaldırmaktansa, yemeğinizi yiyip şişeleri devirdikten sonra, düzeni alaya
alan pis güldürülerinizin tadını çıkarın; Aptallar kralını seçin; eşekler ve
domuzlara yaraşır cümbüşlerde kendinizi yitirin; tepetaklak Satürn şenlikleri
yapın… Ama burada, burada gülmenin işlevi tersine dönüyor, sanat düzeyine yükseltiliyor; bilginler dünyasının kapıları gülmeye
açılıyor, böylece gülme, felsefenin
ve hain tanrıbilimin konusu oluyor…”
Eco, kahramanlarının ağzından “mizah” konusuna o
kadar keskin bir vuruş yapıyor ki, mizahı, zihinsel bir etkinlik düzeyinden,
yellenen kaba saba bir adama gülme derekesine indirgeyenleri, ortadan ikiye
biçiyor!
Sosyal medya veya ulusal kanallarda sunulan mizahın
entelektüel bir çabaya dönüştüğü anlar olmuyor değil ama umumi gidiş bunun tersine
işliyor. Bunun çok ciddi ve uzun yıllar boyu, neredeyse yarım yüzyıl, süren bir
örneğine hepimiz maruz kalıyoruz: evrensel kültüre mal olmuş bir büyük
sanatçının kelime oyununa kurban edilerek sahnelerde aşağılandığı, her seferinde
kahkahayla izlendiği bunun da mizahtaki seviyemizi uluslararası bir utanç
kaynağına dönüştüğü bir gerçek!
Yıllar önce Açık Hava Tiyatrosu’nda izlediğim Lüküs Hayat Operetinde, sosyete
muhitine bodoslamadan dalan Fıstık
karakterinin laf cambazlığı ile hümanist şairi Goethe ismi üzerinde yaptığı sözüm ona şakaya yüzlerce kişiyle
beraber ben de gülmüş ve bunu birkaç kere arkadaşlarıma anlatmıştım.
Zaman geçtikçe, bütün bir tiyatro seyircisinin adeta
bir güruh gibi dünyanın önünde saygıyla eğildiği bu büyük yazarın, müstehcen ve
sefil bir laf cambazlığına malzeme yapılmasına kahkahalarla gülmesi beni hep
rahatsız etti.
Sanatkârıyla, seyircisiyle bir ses benzeşmesini
yarattığı komikliğe bu kadar bağlanmamız utanç verici olduğu kadar ürkütücüydü
de.
Önceki gün sosyal medyada yeni nesilden bir komedi
grubunun aynı laf cambazlığını biraz değiştirerek yeniden kullandığını, bugünkü
seyircilerin tıpkı yıllar önce Açık Hava Tiyatrosundaki seyirci gibi katıla
katıla, kahkahalarla güldüğünü görünce, hâlâ aynı verimsiz vadide otlayan “sözde
sanat” alıcıları olduğumuz fark ederek bir kere daha mahcup oldum.
O kanaate vardım ki, “mizah toplumların seviye terazilerinden”
biridir ve bir toplumun hangi tür mizahı sevdiği de seviyeyi belirler: Çünkü
gerçek güzelliğe ulaşmak çok zordur ve Goethe’nin Faust’a söylettiği gibi ömre
bedeldir!
GÜNÜN
ALINTISI
“Faust, hayattan bezgindir. Hiçbir şeyden tad
almamaktadır. Oysa Mefisto, ona parlak vaadlerde bulunmaktadır. Nihayet
aralarında bir sözleşme yapılıyor. Faust diyor ki beni istediğin yere götür.
Eğer bir an gelip ben ona “dur geçme, ne
kadar güzelsin” diyecek kadar bir mutluluk duyarsam, artık ölmeye razı
olurum.”
Faust,
Prof. Dr. Sadi Irmak çevirisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder