Sinema salonlarında Türk filmlerinin yerini Hollywood işi yapımlar alalı çok uzun yıllar oldu. Çünkü uluslararası dağıtım şirketleri, ulusal dağıtım işleyişini bertaraf edip kendi ağını kurdu… Sinema salonlarını alışveriş merkezlerine hapsederek tekelleşti... Ana akım Türk sinemasını destekleyen film festivallerini (bazı dönemlerde ulusal yarışmaları kaldırtacak kadar) iğdiş etti...
Ana akım sinemaya ev sahipliği yapan film festivallerimiz,
20-25 yıldan beri, kutuplardan birinin kendini feshetmesinden sonra yozlaşan soğuk savaş dönemi festivallerinin
karikatürü diyebileceğimiz “ara-yüzüne” hapsoldu. Evrensel iddiası olan
ideolojilerin yerini yenidünya düzeni
efendilerinin fonladığı, bireylerce veya “dağınık ve etkisiz” gruplarca
benimsenen mikro ideolojiler aldı. Etnik milliyetçilik dahi, bu yozlaştırılmış “ara-yüzde”
kendilerine yer buldu.
Anlaşılmazlık
Gidişatın doğru olmadığını çok erkenden fark edenler,
defalarca uyardığı halde olumlu bir gelişme yaşanmadı. Diğer yazarlar gibi ben
de, olumlu bir cevaba veya olumsuz bir tepkiye muhatap olamadım. Ancak şimdi bu
sorun, akademik bir çalışmaya konu olacak kadar derinleşmiş görünüyor. Çünkü
festivallerin ana yarışmalarında izlediğimiz filmden yarısını bazen yarıdan
fazlasını anlayabilmek, bunlardan zihnen etkilenmek mümkün olmuyor. Gazeteci
arkadaşım Ali Eyüboğlu köşesinde yazdı: “Galatasaray
Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ece Vitrinel’in geçen ay Adana’daki ‘Film Festivali
Sempozyumu’nda yaptığı sunumun başlığı, ‘Nedir Bu ‘Festival Filmi’ Denen
Garabet? İmkânsız Bir Tanım Üzerine Düşünceler’di... Araştırma için, “Festival
filmi dendiğinde aklınıza ilk ne geliyor?” diye sorulduğunda birinci sırada
çıkan yanıt şu: “Anlaşılmazlık.”
İnsanoğlu, gittikçe daha fazla ümit kıran bir dünya düzeninde
yaşarken sanatın kendisi ve amacı “anlaşılmazlık” olmamalıdır. Hatta sanat o
kadar anlaşılır bir şeydir ki, “anlaşılmazlık”ı bile anlaşılır biçimde
anlatacak yetenektedir.
Ana Akım Sinema
Nereye Kaçtı?
Türkiye’nin uluslararası festivallerden dışlanan ana akım
sinemanın bir yansıması/versiyonu televizyon kanallarıyla Netfilx ve benzeri
diğer platformlarda seyirlik yapımlarla yer alıyor.
Cem Yılmaz’ın
“Erşan Kuneri” dizisinden sonra şimdi de Erol
Günaydın’ın yazıp Taylan Biraderler’in
yönettiği “Andropoz” dizisi, Yılmaz
Erdoğan’ın yazdığı polisiye “Kin”, festivallerde tanıdığımız Berkun Oya’nın “Bir Başkadır” dizisi,
“Fatma”, “Klüp” ve daha pek çokları ana akım sinemanın yeniden
dirilebileceğini, sinema salonlarını Türk filmlerinin doldurabileceğini
gösteriyor.
Destekte Değişim
Olmalı
Kültür Bakanlığı sinema destek fonu politikasını
değiştirerek dağıtılan parayı daha az yapıma bölebilir, her bir film için
ödenen miktarı arttırarak ana akım Türk sinemasını yeniden kendi öz
kaynaklarına dayanan bir sektör haline getirebilir. Sinema salonlarında
seyirciyle buluşabilecek “anlaşılır” evsaftaki bu filmler aynı zamanda, kuruluş
gerekçelerinde olduğu üzere büyük ve köklü festivallerimize heyecan katarak bu
festivallerin hâlâ yapılıyor olmalarını da “anlaşılır” kılabilirler.
İngilizce Tiçırları
Sosyal medya üzerinden İngilizce dersi veren, daha doğru bir
söyleyişle, reklamlarını burada yaparken aynı zamanda Türkçenin bütün
meziyetlerini bir kenara iten bazı “İngilizce tiçırları”nın iddiaları ne kadar
doğru?
Onlara göre Türkçemiz dünyanın en pratik lisanı olmasına
rağmen iş İngilizce öğrenmeye gelince yapısı itibarıyla engel haline
geliyormuş! Çünkü İngiliz dili, cümle için gerekli her elamanı yan yana koyduğu
halde, Türkçemiz ise pratik ama net değilmiş… Eğer bir noktada tıkanan
İngilizce öğreniminizi daha ileri götürmek ve İngilizce öğrenmek istiyorsak,
Türkçe hakkında bildiklerimizi tamamen unutmamız, “sıfır” noktasına dönmemiz ve
yeniden başlamamız gerekiyormuş!
“Dili Değiştirmek”!
Bu tür yaklaşımlar, tamamen iyiniyetli bir şekilde
yapılabilir, itirazım ona değil, mantığa. Bu mantık, “Batılılaşmak için
Rönesans’ın sıfır noktasına gidip yeniden başlamamız gerek” diyen “dolap
inkılapçılarının” zihniyetini andırıyor.
Sosyal medyadan aktardığım Ataç’ın şu sözü ile sıfır
noktasına dönüp İngilizce öğrenmek arasında bir fark görünmüyor: “Bir
medeniyetin kurduğu dil, başka bir medeniyetin düşündüklerini söyleyemez.
Yetmez onu söylemeğe. Bir ulus, medeniyetini değiştirdi mi, dilini de
değiştirmek zorundadır.”
Buradan, başta Ahmet Bican Ercilasun Hocam olmak üzere
Türkçe âlimlerine selam ediyor ve sosyal medyada uçuşan nev-zuhur
dilbilimcilerin iddialarını ele almalarını umuyorum.
GÜNÜN SÖZÜ
“Birbirlerinden farklı kültürlere sahip toplumların
kültürlerindeki ortak vasıfları yaratan hâkim güç, dindir. (…) Eğer Asya,
gelecekte, Hıristiyanlığı kabul etseydi bile, yine de Avrupa kültürünün bir
parçası olamazdı.” Thomas Stearns Eliot
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder