Derviş Zaim |
Yıllardan beri yaptığım gibi bu yıl da ulusal yarışmayı
takip ettim. Altın Portakal rüyası görerek filmlerini festivale gönderen
sinemacılarımız arasında şanslı olan 12 si seyirci ve jüri karşısına çıktı. Bu
filmler arasında “usta” yönetmenlerin yetkin filmleri olduğu gibi, ilk filmini
çekenlerin veya ustalaşma yolunda olanların filmleri de dikkat çekmeyi başardı.
Mesela Rıza Sönmez ilk gün gösterilen ilk filmi “Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta
Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var”, ciddi bir gündem oluşturdu: çok konuşuldu… Bu
çok normal bir durum olmasına rağmen benim daima yadırgadığım başka bir durum
daha var. Çok uzun yıllardan beri yurt içi ve yurt dışı festivallerde deneyim
kazanmış bazı sinefiller ve (hadi ben de bir kavram uydurayım) “festivalfiller”
daha ilk günden itibaren bazı filmler için kulis yapmaya veya ödül almasını
umduğu/arzu ettiği filmleri gündeme getirerek fikir toplamaya çalışıyor… Bu
tür ödül kulisçileri adil/hakkaniyetli bir jürinin bile şaibe altında kalmasına
sebep oluyor. Maalesef 53. festival günlerinde de bu tür kulisçiler, ödül simsarları
hiç boş durmadı…
SOSYOLOJİK VE İDEOLOJİK SAPMALAR
53. Festival’in su götürmez biçimde iki favorisi var. Derviş
Zaim (Rüya) ve Yeşim Ustaoğlu (Tereddüt). Jürinin
dikkatini çekecek diğer filmler, Seren Yüce’nin “Rüzgârda Salınan Nilüfer”, Mehmet
Can Mertoğlu’nun “Albüm”, Ümit Köreken’in “Mavi Bisiklet”, Tayfur Aydın’ın “Siyah
Karga”sı. Barış Kaya- Soner Caner’in ilk film “Rauf” filmi ise benim, “sanatın ideolojiye
bilinçli şekilde alet edilmesi” kategorisine rahatlıkla yerleştirebileceğim bir yapım. Teröre kurban olmak için dağa
çıkan bir genç kıza âşık olan bir çocuğu takip eden kamera, aşk ve masumiyeti
terörist (ve tabii terör) lehinde bir kutsamaya dönüştürerek Türkiye halkının
yüzde 90’ının kalbini kırıyor…
Erkan Tahhuşoğlu ve Ayhan Salar’ı Eşik filmini hikâyesi,
oyunculuklar ve anlatım bakımından yeterli bulmadığımı açık yüreklilikle
söylemem gerek. Mete Gümürhan’ın “Genç Pehlivanar”ı da bütün sevimliliğine rağmen
benim ödül kategorimin sınırlarına dâhil olamadı. Kıvanç Sezer’in Babamın
Kanatları, pek çok festival takipçisinin dediği gibi “klasik” anlatımıyla ve
bazıların deyimi ile “demode”. Etiketlemeler sanatta ne kadar doğrudur
tartışılır ama ben, "Babamın Kanatları"ndaki Müslüman Kürtlerin davranışının Türkiye’de yaşayan Kürtleri yansıtmadığını düşünüyorum. Bu coğrafyanın sosyolojik yapısına
ters bir hikâye. Filmde anlatıldığı gibi iyi oyuncu Menderes Samancıların canlandırdığı
karakter tabii Müslüman! Allah’tan, güç dilediği eylem İslamın şiddetle men edip haram kıldıklarından…
Gözde Kural’ın "Toz"unu maalesef rahatsızlığım sebebi ile
kaçırdım.
ANADOLU AYDINLANMASI OLMADI
CİNSEL AYDINLANMA UYAR MI?
Uluslararası Antalya Film Festival’ini en dişe dokunur
filmlerinden
Tereddüt, Türkiye'nin kanayan yaralarından biri üzerinden yürüyen
dikenli hikâyesiyle dikkat çekiyor. Yeşim Ustaoğlu ustalaşmış bir
yönetmen ama tüm hikâyelerinde olduğu gibi “Tereddüt”de de bir yarımlık
hissediliyor. Remzi Oğuz Arık’ın 35-40 yıl önceki bir makalesinde yazdığı gibi,
Türkiye maalesef “daha çocuk olmadan anne olmuş” kadınların ülkesi. Yani bu sorun tarihi-sosyolojik bir gerçek ve
kökü derinlerde olan ciddi bir mesele. Cumhuriyet’in en büyük yenilgilerinden
biri... Çok erken bir dönemde “milletvekili, belediye başkanı seçmek için “oy”
hakkı tanınan kadınlar, geleneksel sosyal yapı yüzünden “eş seçme” hakkını
günümüze kadar tam bir katılımla elde edemediler. Bu kısıtlamaya “İslami kılıf”
uyduran ham yobazlar ise aslında uydukları âdetin eski İran, Arap ve
Mezopotamya “kanunsuzlukları” olduğundan bihaber…
Yeşim Ustaoğlu |
Yeşim Ustaoğlu elbette “bilim değil film yapıyor” ama mesela
Atıf Yılmaz’ın yıllar önce didik didik ettiği “cinsel uyanışa” odaklanacak
yerde başını derinde yatana çevirse daha mı iyi olurdu demeden edemiyorum…
Not: Bu arada Ustaoğlun’nun psikolojide vak'a çözmek için
kullanılan “boş sandalye- empty chair” tekniğini çektiği sahnedeki yönetmenlik becerisi ve bilhassa genç oyuncusu Ecem Uzun’un oyunculuk performansını takdirle anarken “Les Miserables” filmindeki sahneye selam mı verdiler çözemedim...
Yukarıdaki satırlarda “Altın Portakal
rüyası” gören filmlerden söz ettim. Sıra “altından bir sinema estetiği/dili”
rüyaları gören bir yönetmenin “Rüya”sından bahsetmeye geldi… Gerçeği
söylemek gerekirse, Derviş Zaim, Türk sineması için gerçek bir kazanç. Ulusal (klasik/geleneksel)
kültür ve onun sinemada temsili (yani bizden öncekiler tarafından var edilmiş
sanat dallarını sinemada ifade etme) konusunda kafa yoran, fikir üreten ve bunu eserine yansıtan, yaşayan birkaç yönetmenden olup “kendi rüyasını gören Rüya” ile “kes-yapıştır” metodunun dışına çıkmayı
başarmış bir sanaçı!
Derviş Zaim, 53. Festivalin “ulusal yarışması” için gerçekten özgün ve
yetkin bir yarışmacı… Ona başarılar diliyorum...
Derviş Zaim’in filmi ile ilgili
sohbetinin bilhassa ilk 2 dakikasını dinlemenizi öneririm…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder