Kafile olarak Karadağ'a doğur yürüdük ve nihayet bu müthiş dağ kütlesi ile karşı karşıya geldik. |
Metin Boşnak
Hoca’nın mailini gördüğümde daha önce verilmiş sözlerimiz aklıma geldi ve
“Acaba bir şaka ile mi karşı karşıyayım” diye düşündüm! Bu arada +387’li kod
ile arayan numaraya cevap verdikten sonra durumu kavradım. Arayan Bosna idi ve
beni Bosna’da 5 günlük doğa-kültür turizmine davet ediyordu. Hemen kabul ettim
ama iş bununla bitmedi. Sağlık sorunum olup olmadığı, bu gezinin şehir-otel
formatlı bir gezi olmayacağı, dağlarda uzun yürüyüşler ve deli akan nehirlerde
çılgın raftingler içereceği ihtarları gelmeye başladı. Türkçede bir
deyim vardır: “Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın”. Ben de aynen bu sözü geçirdim
içimden. 54 yaşımdaymışım, b tipi şeker imişim kimin umurunda. Benim yaşımda
insanlar bu tür turlara katılıyor ve başarı ile bitiriyorlar ise ben de
yapabilirdim. THY Bosna
Hersek Direktörü Ahmet Salih Kansu’ya gönderdiği bütün uyarıları okuduğumu ve anladığımı,
Bosna Hersek doğa-kültür turu için yaptığı daveti memnuniyetle kabu ettiğimi bu
tura katılacağımı bildirdim.
Saraybosna’ya
indiğimde uçuş stresinden olacak Pazarlama Müdürü Halit Levent Şirin, kahrımı
çekmek zorunda kaldı. Ona bir gazetecinin soracağı tüm soruların on katını
sordum. Bizi kim gezdirecek, kim konaklatacak, kim yedirip içirecek? Eğer kendi
cebimden harcayacaksam ne kadar Bosna Gaymesi almam gerekecek… vb., vb. Güleç
yüzlü olmasa bile sakin bir insan olduğu ve bu kadar yıl uçağa binen ve uçaktan
inen insanla haşir neşir olmaktan ötürü sarraflaştığı için Halit Levent Şirin,
üstelik Ahmet Salih Kansu’yu arayıp aynı soruları ona sormama, yani kendisine
rağmen orada olmayan diğer yöneticiyi aramama rağmen beni teskin ederek kocama
bir minibüse binmeye ikna etti! Sağ olsun. Umarım hakkını helal eder!
Tek Tanrı inancındaki bir savaşçı Bogomil'den kalan mezar taşı |
Tabii bu
arada bizi karşılamaya gelen iki Bosna’lı hanımı da unutmamak gerek, Snježana Derviškadić (Turizm Takım Lideri) ve Erna Kurtovic. Bu iki hanımın en
önemli işlerinden biri daha Bıosna’ya uçmadan beni bir mail ile ikaz etmeleri oldu.
Şöyle bir mail geldi onlardan:
“Yarın sabah
başlayacak Bosna-Hersek seyahatiniz için programı ektedir. Programa
incelediğinizde dağ bisikleti (bu etap sonradan iptal edildi), yürüyüş ve rafting
içeren aktif bir program olduğunu göreceksiniz. Böylece sağlam ayakkabı ve
rahat giysiler almanız gerektiğinden emin olacaksınız.
Ayrıca - bu
haftanın geri kalanı için hava tahmini şöyledir: Açık havanın yağmur ile değişebilir
olması mümkündür. Sıcaklık 25-28 derece arasında değişkendir. Hava şu anda çok
hoş ancak dağlarda, gece de dâhil olmak üzere zaman geçireceksiniz. Hava ve
sıcaklık değişimleri mümkündür. Sıcak tutacak giysilerden bolca getirmeniz
gerek. Rahat yolculuklar diliyoruz.”
Tel: +387 33
567 030
Faks: +387
33 567 049
E-posta:
sderviskadic@firmaproject.ba
Web: www.firmaproject.ba
Adres:
Dženetića ÇIKMA 1/II
71000
Saraybosna, Bosna-Hersek
…
Minibüse
bindiğimde Türkiye’de aynı havayı soluduğum, çoğuyla aynı şehirde yaşadığım
halde yolum kesişmeyen Türklerle yüz yüze geldim. Erhan Saraloğlu, Ayfer
Kuralay, İbrahim Tanrıverdi, Koraltan Bey ve Bosna’ya girişte valizine el
konan, bu yüzden de gezi boyunca her an Türkiye’ye dönmeyi düşünen Ülke TV
muhabiri bir de Karadeniz’in diğer ucundan Rize’den Serdar.
Biz talihli seyyahlar. |
Bizlere
verilen program ve kitapçıkları incelerken minibüsümüz yola koyulmuştu bile.
Saraybosna’nın dış mahallelerinden geçerek Konjic şehrine doğru yol alıyorduk.
Nihayet uzun bir aradan sonra durduk ve Konjic şehrinden iki Boşnak delikanlısı
ve bir de dağ bisikleti ve rafting koçu bindi aracımıza. Kardeşlerden birinin
adı Smail Mulic, değerinin adı da Jasmina Mulic idi. İkisi de Müslüman. İkisi
de kendilerine doğrudan hitap ettiğinizde yüzleri al al olan mahcup gençler.
İlk anda düşündüğüm şu oldu. “Bu insanların saflığı ve temizliği binlerce
yıldır devam ediyor. Üstelik onlar ölüm ve ateşle imtihan edildiler!”
Dağ
bisikleti ve trekking koçumuzun adı ise Thierry Joubert’ti. 40-45 yaşlarında
incecik bir adamdı. Fincan dibi gözlükleri vardı ve başlangıçta çok mesafeli
duruyordu. Bir kuzey Avrupalı havası vardı duruşunda. Biraz yukarıdan bakar bir hali mi vardı yoksa ben mi vehmediyordum? İlerde belli olacak…
Boşnak
delikanlılara dönersek: İsmail Ankara’da Harp Okulu’nda okuyor. Kardeşi Jasmin
ise Kocaeli’nde. Mulic’lerin gelmesiyle minibüsümüz epey şenlendi. İsmail
hepimize yetişmeye çalışırken Jasmin daha çok sessiz kalıyordu. Böylece ilk gün
rafting yapacağımız ve geceleyeceğimiz Neretva nehri kıyısındaki Rafting Camp’a
vasıl olduk!
Boşnak kahvaltısı ilginç ve lezzetli |
Burada
kahvaltı olarak önümüze gelen şeyler ilginç mi ilginçti. Hamuru yağda kızartıp
etmek yerine yedikleri gibi, yoğut ve kaymağı hemen her öğünde yiyorlar. Biz de
öyle yaptık. Ama bu iştahlı kahvaltından önce ilk geldiğimizde kocaman
cezvelerde Boşnak Kahvesi geldi. Çok ilginç bir adet! Mesela Türkiye’de Urfa
veya Harran’a giderseniz, mırra kocaman pişirme kabında gelir ama onu size
başkaları ikram eder. Burada içi kahve dolu büyük cezveler ve küçük fincanlar bir
de mutlaka yanında su getiriliyor. Uzun saplı bir kaşıkla kahvenin köpüğünü
fincanlara pay ettikten sonra kahveyi döküyorsunuz. Bizimkine çok benzeyen
lezzetteki Boşnak kahvesi, sıcak suya kahve salınarak pişiriliyormuş. Şekeri sonradan
katılıyor. Oysa bizde soğuk suya salınan kahve birkaç kere karıştırılır ve
şekerli içmek isteyen olursa şekeri de önceden karıştırılır.
Kahvaltıdan
sonra sırt çantalarımızı, ikişer üçer kişi kalacağımız küçük odacıklara
bıraktık. Bosna Hersek’te turizm için yapılan bu binaların en önemli özelliği
ahşabın yoğun biçimde kullanılması. Nitekim yatacağımız ranzalar bile
ahşaptandı. Aynı helâyı, aynı banyoyu kullanacaktık. Aynı kazandan ama ayrı
ayrı kaplarda yiyecektik. Birazdan aynı bota binip 5 saat boyunca Neretva
nehrinde kürek sallayacaktık…
Mihmandarlarımızdan biri ve aynı zamanda tercümanımız Smail Mulic. |
Rafting
giysilerini giydik birbirimizin fotoğraflarını çektik. Karşımdaki İsmail,
Jasmin ve Thierry’nin rafting giysileri içindeki incecik bedenlerini görünce
kendimi de öyle farz ettim. Bir yoldaşa makinemi verip fotoğrafımı çektirdim.
“Ver bakayım!” dedim. Demez olaydım. Ne göreyim: Dışarıdan bakıldığında Batman
Dönüyor'da (Batman Returns - 1992) Danny DeVito'nun canlandırdığı Penguin
karakterinin tıpkısının aynısı değil miyim! “Aman Tanrım!” dedim. Sonra kendimi
şöyle rahatlattım: “Ben Penguen karakteri gibi değilim. Çok şükür içim tertemiz
ve insanlara kötülük yapmak aklımın ucundan bile geçmez!”
Böylece vücudu
jarse gibi saran rafting kıyafetini giydiğime bin pişman minibüse bindim, Neretva’nın kaynağına doğru dağlarda
yaptığımız müthiş yolculuk böylece başladı.
Boračko
gölü kıyısında çekilen fotoğrafımız davet sahiplerinin İnternet sitesine konmuş. |
Raftingin
başlayacağı nehir kıyısına gelmeden önce bizi Karadeniz’in muhteşem yayla
manzaralarını andıran ve buzul göllerini hatırlatan yerlere götürdü mihmandarlarımız.
Boračko gölünü tepeden seyredebilen doğal bir terasta indik minibüsten. Bol bol
fotoğraf çekti ve gölün mavi derin suları bana Paulo Coelho’nun Simyacı’nın
girişinde söz ettiği Narkisos hikâyesini çağrıştırdı. Boračko gölü o kadar
güzeldi ki… Biz bu güzelliğe dalarak içine düşeceğimizden korkuyorduk adeta. Oysa
Boračko gölü bizim gözlerimizde kendi güzelliğini seyrediyordu galiba! Nitekim Boračko
kelimesinin mücadeleci, savaşçı anlamlarını içerdiğini öğrendik.
Gölün cazibesinden
kurtularak yolumuza devam ettik. Nihayet rafting botlarını getiren araçla buluşup
onları suya saldık ama Thierry Joubert bizleri bir güvenlik brifingi için
etrafına topladı. İsmail’in tercümanlığı vasıtası ile hayatım boyunca sadece
TV’de izlediğim raftingciler kadar bilgi sahibi olarak bindim bota.
Ve işte o an! Bendeniz, rafting heyecanı içinde botun etrafında dolanıp, patlak yarık var mı diye inceliyorum! |
Neretva’nın
suları bizi beş saat boyunca sırtında taşıdı. Çok güzel anlar geçirdik. Suyun
açtığı çok derin vadileri, vahşi manzaralı yamaçları, küçük doğal teraslara
kurulmuş ahşap ile zengileştirilmiş evleri, evlerin neredeyse 90 derece açılı çatılarının
yarattığı ilginç (egzotik yerine avro-zotic mi demeli?) manzaraları doya doya
seyrettik…
Neretva
Rafting Camp’a döndüğümüzde yorgun, aç ama mutluyduk. Akşam yemeği bu tatlı
yorgunluk ile yendi. Bosna Hersek’in yaylalarında yetişmiş hayvanların etinden
yapılmış ızgara ile beraber yoğurt, kaymak, ev yapımı ekmek ve uyku…
Sabah
Konjic’ten Saraybosna’ya doğru yola çıktık. Şehirde birkaç dakika durup Bosna’da
çeşmeden akan sular hala içilebilir ve lezzetli olduğu için pek iltifat
edilmeyen şişe suyu aldık ve yeniden yola koyulduk. Bu sefer istikamet Igman-Bjelasnica
idi.
1984 Kış
Olimpiyatları’nın yapıldığı alanda ve Igman’da durduk. Thierry burada bizden
ayrıldı. Türkçe bilmeyen diğer bir Boşnak’a devretti görevini. İsmail ve Jasmin
yanımızda kaldı. Kış için hazırlık yaptıkları her hallerinden belli olan Igman
otellerine doğru iki hanım yürüyordu. Biri başörtülüydü, diğerinin kucağından
bir çocuk vardı. Başörtülü kadının örtünme biçiminden Türk veya Türklerle ilişkili
olduğunu anladım. Uzaktan bir kare fotoğraf çekerek yanlarına gittim ve
kucağından çocuk olan kadına doğrudan Türkçe sordum:
Cevap tek
kelime oldu:
“Musa.”
“Türk
müsünüz?”
“Babası
Türk, ben Boşnağım”
…
Olimpiyat
tesislerinin fotoğraflarını çektikten sonra birkaç saat içinde ulaşacağımız “Son
Bogomil köyü Lukomir”den önceki durağımız olan Umoljani’ye doğru yola çıktık. Uzun yolculuk hayret vericidir ki yormuyordu.
Çünkü hava kuru, etraf yemyeşil ve ihtiyacımızdan fazla oksijen vardı. Bu doğal
gençlik aşısının verdiği güçle Umoljani’de kalacağımız pansiyonu gördükten
sonra doğru “Son Bogomil Köyü Lukomir”e tırmanmaya başladık.
Vikipedia’da
“En yüksek ve en uzak köy” olarak tanımı yapılan Lukomir köyü orta çağdan kalma
haliyle insana tarihin hala yanı başımızda olduğunu hissettiren bir nişan taşı
gibi.
Son Bogomil köyünde 100 yıllık evlerde hala insanlar yaşıyor. Onlardan biri de Huriye Teyze. |
Lukomir
köyü, bin 495 metre rakımlı Bjelašnica dağında kurulmuş. 14. Yüzyılda kurulduğu
biliniyor. Sözün özü 1400 yaşındaki bu köyün taş evleri 100 yıl önceki otantik
halini koruyor. Dik açılı çatıları ile yılın neredeyse altı ayı kar altında yaşamayı
beceren köylüler için Bogomil’lerin saf torunları diyeceğim geliyor ama
gerçekten öyle mi bilemiyorum! Nitekim köyün biraz ilerisindeki Ay Yıldızlı, El
Fatih’lı Müslüman mezar taşlarının yanında Orta Çağa’dan kalma, üzerinde gamalı
haç (Savastika) ve haç şeklinde sapı bulunan dev kılıç figürlü savaşçı mezar
taşları hala duruyor.
Lukomir köylüleri
ile vakit geçirmeden, artık bütün dünyanın tanıdığı 85’lik Huriye teyzenin peynirli-patatesli
böreklerinden yeyip ayran (daha çok kefir tadında) içmeden önce yarım saatlik
ciddi bir yürüyüş yaptık. Bu yürüyüş aşağı doğruydu. Bir de gelişini düşünün. Allah’tan
mihmandarlarımız burada bize kahve yeşil çay ve şekerli yiyecekler ikram etti
de –bilhassa başta ben- yarı yolda benzinsiz kalmadık!
John Travolta, Killing Season Lukomir'li Emil Kovač'ı karakterini canlandırmıştı. |
Lukomir
köyünden birinin dünyaya mal olmuş bir hikâyesi ise tamamen uydurma. Hollywood
senaristlerinin özensizliğinin, ben yazdım olduculuğunun, tarihi, dini ve
kültürel değerlere saygı göstermekte hiç titiz davranmadıklarının bir
göstergesi. Killing Season filminde John Travolta Emil Kovač isimli bir Sırp’ı canlandırır ki, filmin çekildiği zaman
da, bugün de, Orta Çağ’da da köy Müslüman’dı. Bir camisi var ve mezarlarında
Hac’a gitmiş insanların mezar taşları Osmanlı tarzında yontulmuş…
Köyün filme
alınması veya adının bir filmde geçmesi bu filmden ibaret değil. Mesela Yönetmeni
Niels van Koevorden olan Lukomir Six Months Off isimli 2010 yılı yapımı bir
belgesel de IMDb kayıtlarına girmiş durumda. İsteyen temin edip bu belgeseli
izleyebilir.
Dağdan indiğimizde
mihmandarımız bizi Umoljani köyü camiine götürdü. Bu köy halkı ve
Umoljani Köyü camisi. |
köydeki cami
Sırplar tarafından tahrip edilmemiş. Hikâyesi şöyle: Sırp komutanın çocuğu çok
hastadır. Modern tıp çaresiz kalmıştır. O sırada Umoljani köyünü işgal
etmişlerdir. Bir kişiden buradaki cami imamının ettiği duanın Tanrı tarafından kabul
olunduğunu ve çocuğunu bu imama gösterip ondan dua talep ederse belki kurtulabileceğini
söyler. Sırp komutan çocuğunu imama okutur ve çocuk iyileşir. Bunun üzerine bu
köye dokunulmaması emreder!
Bu öyküden
sonra köy evlerinde bahçeden bahçeye geçerek kalacağımız pansiyona geldik…
Daha da çok yazılacak şey var ama belki ikinci gezimden sonra hepsini birleştirip yazarım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder