SAYFALAR

14 Eylül 2013 Cumartesi

Atalay Taşdiken’den Yine Bir Anadolu Liriği: Meryem


Atalay Taşdiken, Mommo’dan sonra ikinci filmim Meryem ile bizi bir kere daha vicdanımızla baş başa bırakıyor. Diyor ki: “İşte Meryem’in hikâyesi budur. Anadolu’nun çocuk olmadan çocuk doğuran ve bebek büyüten kadınlarının yürek burkan hayatları bu kızın kıssasındadır. Onlar, tertemiz, ışıl ışıl yüzleri, pırpır eden yürekleri, bir ayna kadar berrak gönülleriyle analarımız, bacılarımız, yarimizdir... Kara saplı bıçak gibi sinemize saplanırlar... Ellerimizi avuçlarına alıp mırıl mırıl yaşamanın tadından bahseden kadınlar onlardır ama… İşte bu ama’dan sonra müthiş can yakıyor. Meryem uçarı ve ahlaksız kocası için bütün sabrını kullanıyor. Hayatın ona dayattığı tüm sınamalardan alnını akıyla çıkıyor. Gözlerindeki ümit ışıltısı inatla parlıyor... Aslında kahramanımızın ismi tesadüfen seçilmiş değil. Meryem ismi, İslam kültüründeki en yüksek ahlaka ve çileye sahip kadınlardan birinin adıdır. Bakire olarak doğurmuş, oğlunun Çilesine şahit olmuş ve Kur'anda adına sure nazil olmuş bu ulvi kadının adı, ilginç biçimde onun çilesine ortak olan Anadolu kadınlarına çokça verilen bir addır. 

Yönetmen Taşdiken, hikayesini sürprizli biçimde sunuyor. Finalde bizi iki kere şaşırtıyor. Beklenmedik yerlerden beklenmedik ayrıntılarla ilginç anlar yaşatıyor: kimi zaman Refik Halit Karay’ın Sürgün Hikâyeleri’ndeki ayakkabı tamircisinin sulietini hatırlatan resimlerle edebiyatımıza, kimi zaman Semih Kaplanoğlu’na, kimi zaman Nuri Bilge Ceylan’a, kimi zaman İsmail Güneş’e kimi zaman Yüksel Aksu’ya el sallayarak genç sinemamıza selam durduğu da oluyor. 

İçimizde tortu gibi birikmiş ama aslında kendileri "Tüy gibi hafif Anadolu Kadını"larının vicdanlara dokunan geleneksel yalnızlığını anlattığı gerçekler, önce bir yanılsamayla bize eskimiş bir öykü gibi gelmesine rağmen hiçbir bayatlığı düşmüyor. Hatta Meryem’in su üzerinde yürüdüğü rüya ve Murat’ın (İsmail Hacıoğlu) ağır ağır adımladığı açılış sahnesindeki ağaçlı yol, eğer o şiiri biliyorsanız birden içinizde patlayıveriyor:

Zeynep Çamcı, filmde Meryem karakterini canlandırılıyor.
“Bak, şu ağaçlı yola,
Bize doğru geliyor.
Orda üç kız kol kola,
Bize doğru geliyor.
Kömür tozundan ince,
Su gibi şeffaf gece,
Doldurmuş yüzlerini,
Silmiş pürüzlerini.
Kalmamış, Meryem gibi
Yüzlerinde kırışık;
Ve o bakirem gibi,
Yüzleri birer ışık,
Vücutları bir ahenk.
Öyle hafif ki, onlar,
Elimizi uzatsak,
Havayı kımıldatsak,
Üçü de titreyecek,
Bir ahenk gibi ürkek,
Havada eriyecek."

Anadolu'nun bahtsız kadınlarının gerçek yaşantılarından, Orta Anadolu'nun bir şehrinden gerçek görsellerle izleyicisine şiirsi bir sinema dili ile hitap eden Taşdiken’in Meryem’i, nahif ve modern sahnelerden oluşuyor.

Hayırsız kocası, Meryem’in rüyasında bir taş parçasını (yoksa kalp mi?) suya atılıyor; cump! Suya çarpan ve batan taşın yarattığı ilk halka gölün sathında dalga dalga yayılıyor ve izleyicide “kelebek etkisi” hissini uyandırmayı başarıyor... Bu sahneden çok sonra gelen bir başka sahnede Meryem, hasretin biteceği gün sayısı kadar çakıl taşı topluyor. Kavanoza doldurduktan sonra her gün birini pencereden dışarı atıyor. Bir, üç, beş, yedi, dokuz, kırk… Fakat günler ilerledikçe sabrı taşıyor. Meryem, umutlarının bittiği anda kalan taşlarla dolu kavanozu aynı göle atıyor. Tabii yine halkalar oluşuyor ancak bu defa kavanoz batmıyor. Çünkü o kavanozdakiler parça parça edilip hapsedilmiş kalbidir Meryem'in. Ümitler hiç biter mi (batar mı?). Taşdiken’in giriş ve finale doğru yarattığı bu görsel ve zihinsel efekt, filmin en hoş yanlarından biri olarak kayda geçmiş oluyor!

Filmin yan karakterlerinden olup, gece yarısı dahi kendini ve sazını talep eden kara sevdalılara Beyşehir Gölü kıyısında mehtaba karşı mini konserler veren “Abdal” (Neşat Ertaş’ın tambur çalan kasabalı hali desek?) bize öyle bir hikâye anlatıyor ki, Narkisos’un öyküsünü küçük bir dokunuşla değiştiren zekâyı hatırlatılıyor. Abdal, kara sevdaya tutulduğu kızın düğününe çalgıcı olarak çağrılıyor! Peki o ne yapıyor? Öyle bir şey yapıyor ki duyunca çok hoşunuza gidecek! 

Bütün bu anlattıklarım Atalay Taşdiken’in hanesine artı puan olarak yazıldıktan

sonra filme emek veren diğer kişilere geçmeden önce şunu söylemem gerek. Meryem’in kayın validesi Zarife (Zerrin Sümer) gelinini çocuğu olmayanların şifa bulduğunu iddia ettiği Beyşehir Gölündeki heykellerin bulunduğu yerde gusül abdesti aldırıyor. Kültürel (dini ve sosyal) yozlaşma yaşayan insanların hurafeciliğinin vurgulanması çok iyi ama bunun tıpkı Nuri Bilge Ceylan’ın bir başka bağlamda, Bir Zamanlar Anadolu’da yaptığı gibi bir mantıkla yapması kalp kırıcı bir etki yaratabiliyor. Bu tür sahneler doğrudan, "Bak bak burada ne medeniyetler varken bizim Anadolu tosunumuz ne kadar cahil” didaktikliğine düşmek oluyor. Didaktik bu sahne filmi ortadan ikiye cart diye bölmüyor ama pelikülünde baştan sonra bir çizgi olarak iz bırakıyor…

Meryem karakterini oynayan Zeynep Çamcı kaliteli bir oyuncu kumaşı ile yaratıldığını ispat ediyor. Yukarıda bazı niteliklerini sıraladığım Anadolu kadını (gelini, kızı, dulu vb…) ancak bu kadar düzgün, doğru, gerçekçi ve hakkıyla canlandırabilir. Başarılı bir oyunculuk.

İsmail Hacıoğlu bunca zaman izlediğim bir oyuncu. Kabadayı filminde Kenan İmirzalıoğlu’nun müthiş oyununun karşısında asla ezilmemişti. Hacıoğlu Meryem'de de başarılı: askerliğini dağlarda terörist peşinde geçirildikten sonra psikolojisi bozulan, ayrılırken söz alamadığı sevdiği kızın başkasıyla evlenmesinden sonra kötüleşmeye başlayan taşralı genç Murat karakterini doğru biçimde yorumluyor. Pazarda, hala sevdalı olduğu Meryem'e bir kilo peynir tattırıp, on lira bıraktıktan sonra "Üstü kalsın!" diyerek peyniri almadan volta vurarak çekip gitmesi gerçek bir gözleme dayanıyor... Abartısız, hilesiz dürüst...

Favori karakter oyuncularımdan Mustafa Uzun Yılmaz için ne diyeceğimi bilemiyorum. Uzunyılmaz, kayınpeder Süleyman karakterini var ederken hiç zorlanmıyor.

Bir Anadolu kasabasının görsel kalabalığına (mesela yıkılmak üzere bir ev, beyaz badananın içinden fırlamış direkler, bağdadi duvarlar, düşmek üzere sallanıp duran saçak, ahırın naylonla kaplanmış kapısı, karmakarışık ve pis suların aktığı sokaklar vb…) rağmen görsel bir ziyafet çeken Feza Çaldıran ve Sanat Yönetmeni Nurdan Tavuçuoğulu başarı hanelerine puan kaydedenlerden. 

3 yorum:

  1. BELGİN Niceleri var böyle olanlar yaşamı götürmek zorunda kalıyolar mücadele dünyası

    YanıtlaSil
  2. zorluklar fedakarlık ister hoşgörülü olmak gerekiyo budünyada hertürlü zorluğa karşı direnşli olacak insanoğlu ozaman ayakta kalabilir herzorluğu yenebilmek heryiğidin harcı degildir durabilene aşkolsun

    YanıtlaSil
  3. belgin ismimi yazmayı unutuyorum zorluklar insanı yüceltir bence ozorlukları aşabilmek heryiğidin harcı degildir bayanolsun erkek olsun dünyada herkes zorluk iiçerisindedir zorluğu aşabilene aşkolsun

    YanıtlaSil