Azize Tan |
Film yapmak çok kolaylaştı ama bu filmleri internet dışında geleneksel biçimde paylaşabilme imkânı sıfıra indi. Bağımsız veya amatör bir filmin, sinema salonu bulabilmesi, gösterilebilmesi “mümkün, gayrı varit” durumuna geldi. Bu yüzden festivaller, klasik film paylaşım biçiminin, sinemaya gitme ritüelinin, sinemanın icat edildiği günlerdeki şekline dönüştüğü etkinlik olarak kutsanması gereken etkinlikler haline geldi. Daha doğrusu, Azize Tan yönetimindeki İstanbul Film Festivali 32. yaşında bu kimliği edindi!
Azize Tan,
girdiğim her salonda, etkinlikte, İstiklal Caddesi’nde, AKBANK Sanat’ta biz
gazetecilere ayrılan cafede ve muhtemelen benim bulunmadığım aşağı yukarı
300’ün üstündeki festival etkinlik anında hazır ve nazır bulunmuş bir yönetici.
Çok ilginç ki, bugüne kadar tanıdığım festival yöneticileri içinde hiç
yorulmayanı! Veya yorulup belli etmeyeni… Hayranlığımı ilan ediyorum.
Ve…
İstanbul
Film Festivali ile 27 yıldan beri her yıl 15 günlük bir zaman yolculuğuna
çıkıyorum. Bu zaman yolculuklarının tümünde doyuma ulaştım mı? Meşrebim ve
fikrimce festivaller geçirdim mi? Yani 27 yıl tam bir uyum içinde mi geçti? Elbette
hayır. Bunların birçoğunda festival yöneticilerini değil vakıf mütevellilerini
ağır biçimde eleştirdiğim oldu. Ama bu gün gördüm ki, festival her ne kadar Truvalı Helen gibi ulusal sinemamız
üzerinde feci ve kaybetmeye mahkûm olduğumuz bir savaş yaratmış olsa bile bizi
öldürememiş. Hani sinemada çok tekrarlanan bir söz vardır: Sizi öldürmeyen şey,
güçlendirir! İşte aynen öyle oluyor sanırım.
Bu yüzden bu
sefer festivali eleştirmek yerine onun yaşayabilmesi için desteklenmesi
gerektiğini yazıyorum. Sadece AKBANK’ın değil gücü olan tüm kurum ve
kuruluşların festivale arka çıkması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü İstanbul
Film Festivali’nin her bir gösterimi, yukarıda da söylediğim gibi Auguste ve Louis Lumière kardeşlerin
sinemayı icat edip bir kahvehanede ilk filmi gösterdiği ilk güne, ilk gösterim
anına denk düşüyor...
Altyazı:
Festival sinemalarında
görev yapan tüm hizmetlilere, festival adına mütercimlik yapan gönüllü çalışanlara
(bilhassa Şebnek Kayahan’a), ve elbette Akbank Cafe’de 15 gün boyunca
kaprislerime of demeden katlanan başta Faruk Kılıç, Hande Polat ve Sıla Gözüm’e
gelecek yıl görüşmek dileğiyle teşekkürler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder