1 Temmuz 2012 Pazar

THY Uçağı Penceresinden Anadolu İzlenimleri

Anadolu, gökyüzünden bile fiziki bir haritadan fazlasını söylüyor. Uçağın daracık, değirmi penceresinden baktığınızda “Gel!” diyor. Çelik devin içinden çıkıp kartal gibi yalçın dağların, ırmakların, göllerin, çinko çatıları gün ışığı altında gümüş kalkanlar gibi parıldayan köylerin, kasabaların, küçük ormanların üstünden süzülmek geliyor içinizden… Çünkü “sürat izlenimi öldürüyor”. İstiyorsunuz ki, kendini rüzgârların akışına bırakmış ve keskin gözlerini avını kaçırmamak için yeryüzüne dikmiş bir çağrı kuşu (doğan) gibi her bir yeri didik didik edesiniz.

İstiyorsunuz ki, binli yıllardan itibaren Anadolu topraklarına ayak basmış Oğuz Han torunlarının Orta Asya ovalarından, yaylalarından, Altın Dağ’larından (Altay Dağları) hangi çiçekleri, hangi ağaçları, hangi tür tohumları, hangi sergileri (halı, kilim) hangi köpekleri (Mesela Kangal, Kanglı boyu ile mi gelmiştir?), hangi atları (mesela Akal Teke, Ala Yondlu Boyu ile mi gelmiştir), hangi davarları, hangi meyveleri, hangi gıdaları nasıl sakladıkları yöntemlerini (kara kavurma, süzme yoğurt, bastırma, erişte, makarna vs.) getirmişlerdi?

Mesela bir kır çiçeği addedilen (gül, bahçe çiçeğidir) sonraları, Lâle-i Kûhî (dağ lalesi); Lâle-i Dîl Suhte (Bağrı yanık lale); Lâ’le-i Şakâ’ık (Gelincik), Lâle-i nu’man (Manisa Lalesi), Girid Lalesi, Lâle- Daştî (Yabani Lale) gibi Osmanlıca isimler verilen lâle, uçsuz bucaksız karlar üzerinde iz bırakan yaralı kurt kanı gibi, Türklerin göç yollarında mı çiçeklenmişti?

Kadınları, bugün Türkiyeli kadınların örttüğü gibi, manastır rahibelerinin bonelerini andıran bonelerle saçlarını sıkıca kapatıp üzerine sakil görünümlü acayip desenli garip eşarplar mı bağlıyorlardı? O yıllarda Anadolu topraklarına gelen atalarımız, sömürgeci Çin imparatorluğu ile büyük ihtilafa sebep olan elbiselerini sağdan bağlanma şeklini muhafaza ediyorlar mıydı? Yoksa onu unutmuşlar mıydı?

11 bin metrede insan belki heyecandan veya belki çok sinema izlemekten böylesi fantastik düşüncelere kapılabiliyor. Ve elbette bu düşsel düşünceler de sonuç olarak gerçekleşinceye kadar birer fantezi olarak kalacak.

Bir gün konuştuğu dil, onu kendi macerasına çekecek bir edebiyatçı, bir senarist ve bir yönetmen benim bu fantezimi filme alacaktır…

Öyle ümit ediyor ve şu beyit ve yorumumla bitiriyorum:

Taşradan geldi çemen sahnına bigâne deyu
Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler

Atatürk, “Türkiye cumhuriyetinin temeli kültürdür!” demişti ama biliyoruz ki, Türk kültürü yukarıdaki beyitte laleye reva görülen muameleye tabi tutuluyor. Tarihimiz horlanıyor, geleneklerimiz, halk kültürümüz, tu kaka ediliyor ve kültür meclislerine alınmıyor; unutuluşa terk ediliyor. 

Mustafa Kemal Atatürk’ün milli kültür algısının yeni bir yorumuna ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder