7 Nisan 2011 Perşembe

Atlıkarınca, Incest veya Kol Kırılır Yen İçinde Kalır mı?

İlksen Başarır’ın yönettiği, Nergis Öztürk, Mert Fırat, Zeynep Oral ile Sercan Badur’un oynadığı Atlıkarınca, çok ciddi mesajlar vermeye çalışıyor. Düşük tansiyonlu ritmine rağmen sıkılmadan seyredilebiliniyor. Hikâye geliştikçe ortaya çıkan gerçekler insanda irkilme, iğrenme duyguları uyandırıyor… Bu yapısıyla ne kadar iş yapabilir, bilemiyorum ama es geçilmeyecek kadar ciddi bir yerde duruyor…

İlksen Başarır, ikinci filminde de aramızda yaşayan ama farkına varmadığımız insanların ve sorunların filmini yapmış. Başka Dilde Aşk’da sağır ve dilsiz bir gencin hayatını anlatan Başarır, bu defa ciddi bir aile dramını ele alıyor: “Derin Devlet” gibi etrafında komplo teorisi üretilmeye müsait kavramları tartışırken, “derin yaralar”ı göremez mi oluyoruz? Normal gibi görünen ama aslında hastalıklı ruhları ile etraflarındakilere çoluk-çocuk demeden zehir saçan insanlar sandığımızdan daha mı çok? Bu insanlar bize ne kadar yakınlar? Türkiye’de cinsel sorunların boyutları ne kadar derinlere iniyor? Gayrı tabii ilişkiler, pedofili, ensest gibi insanı var oluşundan utandıran cinsel suçların ne kadarı gün yüzüne çıkıyor? Söz konusu suçları işleyenler cezadan nasıl kurtuluyor veya cezalandırılıyorlarsa nasıl? Bunlar bir yana toplumumuzda suç karakterinin oluşmasındaki sebepler neler? Gelenek ve göreneklerin bu tür sapık karakterlerin oluşmasında yeri var mı?

Pek çok soru geliyor akla. Başarır, izlediğim kadarı ile bu sorulara net cevaplar vermiyor. Yönetmenin bize verdiği sadece şu: Aynı zamanda ciddi bir edebiyatçı, şair olmaya çalışan filmin karanlık karakteri Erdem, Kurban kesilmesine dayamamakta, kandan iğrenmekte, aşırı titizlik davranışları sergilemekte, bir şeyi kafaya taktığında sonuna kadar üzerine gitmekte (masanın çekmecesini yapmak gibi), hiç tutamadığı halde sürekli balığa çıkmakta (ki tutkunun arkasında eşcinsel gönderme mi vardı, anlayamadım) geleneklere karşı titizliği yüzünden olumsuz tavır almakta (komşuların getirdikleri yiyecekleri çöpe dökmek gibi) cinsel ilişkiden sonra soğuk su içmekte ve bardakta kalan buzları çatır çatır yemektedir. Bu suçlu karakteri yaratan canavarın ne olduğu konusunda sadece şu alegorik anlatım var diyebilirim: Kurban Bayramı’nda çocuklarının alnına kan sürülmesine bile tahammül edemeyen Erdem, kendi çocuklarını hastalıklı cinsel arzularına kurban etmektedir! (Burada da aklımda bir soru işareti kaldı: Acaba senaristlerimiz gerçekten de böyle mi demek istiyorlardı?)

Erdem’e karşılık eşi Sevil hayatı ve toplumsal ilişkileri tüm doğallığıyla içselleştirmiş, kariyeri sebebiyle çocuklarına yeteri kadar zaman ayıramayan veya daha doğrusu onların yaşadığı acıları anlayamayan, anladığında çok geç kaldığının farkına varan her insan gibi başını taşlara vuran bir annedir… Sevil’i Türk toplumunda pek rastlanmayan biçimde intikam meleğine çeviren ruhsal girdabı anlasam bile (ki genelde bizim kadınlar bu işi balta veya fare zehri ile halleder) direksiyon başındaki cool katil halini eski Sevil’e yakıştırabilmiş değilim. O munis, kısık sesle konuşan, hep alttan alan Sevil nasıl oldu da birdenbire bir Batılı kadına (Avrupalı veya Amerikalı film karakterleri demek istiyorum) dönüşüverdi?

Başarır ve Mert Fırat’ın yazdığı senaryoda isimler özellikle seçilmiş: Erdem, Sevil, Edip ve Sevgi… İlginçtir ki, en büyük erdemsizliği işleyenin adı Erdem, edepsizce iğfal edildiği ima edilen erkek evladın adı Edip ve sevgiye en çok muhtaç olduğu bir zamanda enseste kurban giden kız evladın adı Sevgi’dir! Görünürde sevilse bile gerçekte cinsel ve ekonomik olarak kullanılan kadının adı ise Sevil!

Peki, bütün bunların toplamından ne çıkar?
Birincisi bir filmin hikâyesi olması, onun evrensel geleneği takip ettiğini gösterir. Yani filmimiz bize bir öykü içinde bir şeyler anlatıyor!
İkincisi Başarır ve Fırat, meselesi olan genç sinemacılar olarak bundan sonra ne yapacaklarını merak ettirmeyi biliyorlar.
Üçüncüsü Kıskanmak’daki mükemmel performansı ile sinemadaki itibarlı yerini kazanan Nergis Öztürk’ün hayranlık verici oyunculuğunu sürdürdüğünü keyifle söyleyebilirim…

Son olarak: Türkiye’de yaşanan ve “kol kırılır yen içinde kalır” veya “kan kusar kızılcık şerbeti içtim der” gibi geleneksel davranış kalıplarının aksine sorunların üzerine gitmek, bu gerçekleri sanat yolu ile topluma kabul ettirmek gibi bir misyonu filmine yükleme cesaretini gösterdiği için yönetmeni tebrik ederim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder