SAYFALAR

9 Aralık 2009 Çarşamba

Yeni Yeşilçam ve Yaşamsevicilik!


Serdar Akar’ın yönettiği Gece’nin Kanatları benim "Yeni Yeşilçam" diyerek kavramlaştırdığım yeni bir sinema zihniyetinin ürünü. Senaryoyu yazan Mahsun Kırmızıgül bundan önce yazıp yönettiği iki filmde bu ekole dâhil olmuştu. Serdar Akar da dizilerden sonra, Kurtlar Vadisi Irak ve Gecenin Kanatları ile ekole dâhil oldu. 



12 Eylül Darbesi’den sonra neredeyse tamamen ölen iki büyük sinema akımı, Yeşilçam ve Devrimci Sinema, bir müddet sonra toparlanmaya başladıysa da çok sürmedi. 19. Yüzyıldan kalan Marksizm ve tamamen kopyacılığa dayanan Yeşilçam, artık televizyon ve internetin önünde doğmuş, süt içmiş, emeklemiş yeni nesle hitap etmez oldu. İşte bu iki akım, yanlarına, depolitize televizyon çocuklarını alarak "Yeni Yeşilçam"ı yarattı.

Gecenin Kanatları kelimenin tam manasıyla "Yeni Yeşilçam" ürünü bir filmdir. Hikâyenin ekseni Alev Alatlı’nın intelijansiyaya hediye ettiği iki kavrama, "biofil, nekrofil" kavramlarının çatışmasına dayandırılarak kurulmuştur. "Yeni Yeşilçam" sineması ve sinemacılarının, Devrimci Sinema ekolünden gelip, kamerasını, beynini, öfkesini, ruhundaki tüm isyanları bu sinemaya ve "ölü sevciliğe" tapan devrimciliğe çeviren Sinan Çetin ile uzaktan yakından alakası yoktur (belki ondan etkilenmek dışında).

Prenses bir hesaplaşma filmiydi. Gecenin Kanatları ise siyasi ve toplumsal içerikli bir ticari sinema yani "Yeni Yeşilçam" örneğidir. Politik sinema gibi algılanamaz ve bu bağlamda bir eleştiriye tabi tutulamaz. Ama Prenses politik sinemamızın en önemli filmlerinden biridir. Hatta bir dönemi kapatıp, bir dönemi açmıştır. Sinan arkadaşım olduğu için kıyak geçtiğimi sananlar, www.kilimfilim.com’daki (http://bit.ly/ 6GpQLr) habere bakabilirler...

Şimdi "Yeni Yeşilçam" kavramına bir daha bakalım. Geleneksel Yeşilçam sineması bir taklit sinemasıydı ama o dönemlerde böyle bir yapılanmayı seyirciler daha en baştan ve farkına varmadan kabul etmişlerdi. Ticari sinema taklit yoluyla ülkemize hem modern yaşam biçimlerinin oluşturduğu kültür formlarını taşıdı, hem sinema tekniklerinin öğrenmesini sağladı. Daha sonra gelen nesiller içinde Devrimci Sinema Marksizm eksenli dünya görüşüne sahip yönetmenlerin filmlerini taklit etti. Ancak Devrimci Sinema, Sovyetlerin çöküşü ile tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çöktü. Televizyon döneminin başlamasıyla TV filmleri ve dizileri furyası ile yeni bir yapımcı, yönetmen ve oyuncu kuşağı yetişti ki, bu da taklitle ve intihale dayalı bir zanaat dalı olarak bugünlere kadar geldi. İşte TV’nin yetiştirdiği kuşak ile geleneksel Yeşilçam zihniyetinin birleşmesinden doğan bir sinema çıktı ortaya: "Yeni Yeşilçam". Örnek verecek olursak 2000’den sonra yapılan tüm ticari filmleri, komedi (GORA, AROG, Maskeli Beşler) romantik komedi (Aşk Geliyorum Demez), dram (Güneşi Gördüm, Beyaz Melek), macera (Kurtlar Vadisi Irak), korku (Dabbe vs.) türleri tamamen bu ekolün ürünü olarak vasıflandırılabilir. Mahsun Kırmızıgül’ün yazıp yönettiği iki film de bu sinemanın en tipik örneklerindendir.


Mahsun Kırmızıgül’ün senaryosunu sinemaya aktaran Serdar Akar, tipik bir "kavramsal sinema"(*) yönetmeni olduğu halde. Kurtlar Vadisi Irak'tan sonra bu filmde de senaryoya sadık kalarak ikinci "Yeni Yeşilçam" filmini çekmiş oldu.

Filmin senaryosundaki en büyük zaaf, Mahsun’un hiç bilmediğini sandığım 1980 öncesi Devrimci gelenek ve jargonunu kullanması. Basındaki 68 kuşağı yetiştirmesi gazetecilerin onu adeta taşa tutması da sanırım bu yüzden. Buna karşılık, bir kapıcı ve oğlunun geleneksel aile içindeki ilişkisi, evin küçük kızına duyulan sevgi... Ve toplamda “yaşam sever” bir mesaj taşıması takdir edilecek yanlarıydı…


Buna karşılık bazı oyuncu seçimleri isabetsizdi: Türkü söylerken bülbül gibi şakıyan Yavuz Bingöl’ün konuşma özürlü olduğunu kim bilebilirdi? En son Neşeli Hayat’ta harikalar yaratan Cezmi Baskın’ın atlet koçu olarak sahada görünmesi hiç inandırıcı değildi. Ancak rolüne tam oturan oyuncular da vardı: Filmin en hoşuma giden yanı Erkan Petekkaya ve Beren Saat’ın hiç ummadığım kadar iyi oyun çıkartmaları oldu. Hem Petekkaya, hem Beren Saat belli ki canlandıracakları roller için iyi gözlem yapıp çalışmışlar. Zaten Beren Saat’in oynadığı ilk filmde, Zeliha Berksoy gibi bir devin karşısında ezilmediğini yazmıştım. Beren Yeni Yeşilçam’ın belki de en önemli kadın sanatçılarından biri olacak.

------------------------------------------------------



(*) Kavramsal sinema ile ne kastettiğimi kısaca şöyle açıklayabilirim: Görsel malzeme kullanarak felsefe yapan, minimalist sinemanın imkânlarından faydalanan, bir geleneği olmayan sinema anlayışı. 

4 yorum:

  1. Gecenin kanatları Beren Saat'le çekilmesi yanlış seçim.Gişeden çıkamaz yazık olmuş bence.Senaryo iyi ama kadın oyuncu olmamış, bir neden ise bu oyuncuların artık hep yüzlerini görmekten sıkılmamız...reklam,dizi,film...her yerde bildik yüzler ondan merak edipte sinemaya gitme sayısı az olacaktır.

    ada

    YanıtlaSil
  2. Ada'nın yorumuna katılmıyorum. Gecenin Kahatları'ındaki en iyi şeylerden biri Beren Saat'ti.
    Funda Su

    YanıtlaSil
  3. gercekten cok guzel bir degerlendirme olmus. Bakmak ile gormek arasindaki farki bize en guzel gosteren cok aydinlatici bir yazi olmus .

    bu arada ben de Ada 'nin yorumuna katilmiyorum. Beren Saat genc yasina ragmen , tecrubeli ve deneyimli oyuncular gibi bir oyuncu olgunluguna sahiptir . Rol yaptigini bazi cakma yeni tip oyuncular gibi izleyiciye hissettirmiyor ve rolunu yasarak , izleyiciye de yasattiriyor.

    Alper

    YanıtlaSil
  4. gercekten cok guzel bir degerlendirme olmus. Bakmak ile gormek arasindaki farki bize en guzel gosteren cok aydinlatici bir yazi olmus .

    bu arada ben de Ada 'nin yorumuna katilmiyorum. Beren Saat genc yasina ragmen , tecrubeli ve deneyimli oyuncular gibi bir oyuncu olgunluguna sahiptir . Rol yaptigini bazi cakma yeni tip oyuncular gibi izleyiciye hissettirmiyor ve rolunu yasarak , izleyiciye de yasattiriyor.
    Alper

    YanıtlaSil