17 Aralık 2009 Perşembe

Oscar Aday Adayı Türk Filmleri


Birkaç günden beri canım çok sıkılıyor. İstanbul’da yaşadığı halde kendilerini New York’lu sanan ve “New Yorkbullu” adını taktığım bir takım köşe yazbozcuları, son dönemde Türk sineması ve Türkiye’ye ait ne varsa kötülemeye başladılar. Mesela Türk sinemasında zeka eksikliği varmış? Söyleyen bak? Yazbozcu! Gazeten kaç satıyor? Yazını kaç kişi okuyor?

Bu kokuşmuş takımı düşünmek yerine son yıllara Oscar’a gönderdiğimiz filmlere geçtim. Yüksel Aksu’nun Dondurmam Gaymak’ı müstesna bana göre hiç biri Oscar’a gitmeyi hak etmiyordu. Ancak son günlerde izlediğim filmlerin yarıdan fazlası, öncekilere göre bin defa fazla Yabancı Dilde Oscar Aday Adayı olmayı hak ediyorlar. İşte bunlardan bazıları için eleştirilerim:


Vavien


Yağmur ve Durul Taylan’ın yönettiği, Engin Günaydın, Binnur Kaya, İlker Aksum, Settar Tanrıöğen’in oynadığı Vavien, sinemamızın yüz akı filmlerinden. Çok basit bir hikâyenin iyi bir gözlem, temiz ve dikkatli bir çalışma sonucu nasıl bir harikaya dönüşeceğini görmek isteyenler Vaven’i izlemeliler.


Kara mizah türündeki filmin pek çok sahnesi Anadolu insanının hayatından hiçbir abartıya yer vermeden tereyağından kıl çeker gibi alınıp beyaz perdeye aktarılmış. Biraderleri’ tüm ekibi ile birlikte siz sinema seyircilerine havale ediyorum. Bu filme mutlaka sahip çıkın. Filmin görüntüleri mükemmel. Kurgusu harika.


Atmosferi insanı içine alıyor. Anadolu insanını iyi gözlemlenmesinden doğan davranış biçimlerinin perdeye yansıtılması, hikâyedeki her bir ayrıntının hiç atlanmadan birer birer finale kadar takip edilip çözüme kavuşturması kusursuz.

Baba oğul ilişkisi, evladın farkına bile varmadan babasına çekmesi, babanın oğlunun kendinde sevmediği ne kadar şey varsa onu taklit ettiğini görerek evladından nefret etmesi, oğlunun kendince olumlu halini gördüğünde koçlar veya boğalar gibi kafa tokuşturması...


İronik biçimde adı Sevilay olan mazlum eşin kişiliğinde tüm Anadolu kadınlarının acıklı yalnızlığının, karşılıksız sevgisinin, çaresizce tutunmak istediği kocası tarafından yok sayılmasının iç acıtacak kadar etkili bir şekilde anlatılması...


Engin Günaydın (Celal), Binnur Kaya (Sevilay), Settar Tanrıöğen (Cemal), İlker Aksum (Televizyoncu), Serra Yılmaz (Vekil), Ercan Kesal, Nedim Suri ve tüm diğer oyuncuların abartısız, sade ve samimi oyunları da işin kaymağı… 
Yüzünü hiç görmediğimiz ama iki kere kızı ile telefonda konuşan babanın ürettiği mizah dillere destan olacak türdendi...


Notlar: Vavien, normal elektirik bağlantılarına göre daha karmaşıktır. Bir metafor olarak kullanıldığı kesin. Filde birkaç şeyi birden ifade ediyor olabilir: Hayat bir dilemmadır ve iyi idarne edilmelidir, gibi bir anlam da çıktığını düşünüyorum.


Bu yazı 18 Aralık 2009 tarihinde TGC Bizim Gazete'de yayınlanmıştır.



Acı Aşk


Doğrusunu söylemek gerekirse Onur Ünlü’nün (Onur: Cesur, şaşırtıcı, komik, dramatik, akılcı, hayalci, uçuk kaçık, aklı başında ve daha bir çok ilginç vasıfların adamıdır!) tüm senaryolarını, etkileyici ve şaşırtıcı bulmuşumdur. Acı Aşk’ın senaryosunu da böyle bulduğumu ifade etmeliyim. Ünlü, bu senaryosunda bir edebiyat eğitimcisinin ağzından duyabileceğimiz pek çok ilginç cümleleri sıralamayı başarırken, doğululuğu, aşkı, kadını, erkeği, tutkuyu, yücelmeyi ve zilleti kelimenin en amiyanesiyle söylersem, tokuşturuyor!

Asaf Halet Çelebi gibi Türkiye’de genç kuşağın artık adını duysa “Yok böyle bir şiy yaaa!” cahilliği ile tanımayacağı bir büyük şâirin en önemli şiirlerinden birini baştan sona okutması ve filminin ana eksenini buna göre kurması da cesaretini gösteriyor. Şiir Şöyle:

ibrâhim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrâhim
güneşi evime sokan kim

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı

ibrâhim
gönlümü put sanıp kıran kim

Bu şiirin içindeki kelimeler, “İbrahim, put, balta, güneş, buzdan ev, Asma Bahçeleri, Bahtunnasır, güzel, gönül” şeklinde sıralarsak bizi bugünden koparıp binlerce yıl öncesine götürdüğünü ama aynı zamanda yine bugünkü günde bizi anlattığını görürüz. İşte Onur Ünlü bu kadar büyük bir iddia ile yola çıkmış hikâyesinde… Bilhassa İbrahim ve Bahtunnasır ile put ve gönül kelimeleri eğer tarihi ve edebi bağlantılarını biliyorsanız sizi girdaplı bir denizin içine sokar…

Gelgelelim, Türk sinemasında böylesine büyük bir iddiayı kaldıracak bir gelenek olmadığını biliyoruz. Yani mesela Yahya Kemal’i olmayan bir Türkçe’nin nasıl Cemal Süreyası, Orhan Velisi, Necip Fazılı olamazsa, bir öncüsü olmayan Acı Aşk’ın da mükemmel bir sinema eseri olarak var edilmesi mümkün değildir. Sık sık tekrarlarım: Türk sinemasının ikonografik birikimi yoktur, diye. Metin seviyesinde ciddi bir edebiyat, hikâye etme geleneğimiz var ise de görsel işitsel dile aktarmada büyük zorluklar yaşıyoruz.

Bu yüzden Türk sineması şimdiden birkaç kola ayrıldı: Minimalist sinema, Kavramsal Sinema, Yeni Yeşilçam ve Kriz Entelektüel Sineması! Her biri en fazla dünyanın en prestijli kültürü farz edilen Batı sinemasından (kültüründen) etkilenirken, biraz yerli sinemadan, biraz da kendiliklerinden (yaratıcılıklarından) bir şeyler katıyorlar. Böylece hiçbir birine benzemiyor. Hiçbiri bir diğeri gibi değil ama hepsinde var olan ortak bir özellik: iyi bir başlangıç, ortalara doğru gevşeme, final final içinde sonlar.

Genç yönetmen  A. Taner Elhan, bu iddialı senaryonun altında kalmamış. İlk uzun metrajlı film denemesinde elbette kusurları da var. Mesela bazı sahneler Kim Ki Duk’un boş evini hatırlatıyor. (Bazıları da filmin Barselona, Barselona (Vicky Cristina Barcelona) filminden etkilenmiş diye etiketlemeye çalışıyor ki, hiç ilgisi yok.) Bu ve benzeri yakıştırmaların vebali yönetmenin boynunadır… Filmin önemli sıkıntılarından biri budur. Ancak bana göre Acı Aşk bu tür yakıştırmaların, eğreti bakışların, seyirciyi filmden soğutacak laklakaların hiçbirini hak etmiyor. Kelimesinin gerçek manası ile sinema duygusu olan bir beyin tarafından yazılmış, yetenekli bir yönetmen tarafından sinemaya aktarılmış gerçek bir sinema filmi.

Oyuncuların tümünü beğendim. Halit Ergenç’i, Cansu Dere’yi ki onun hakkında çok olumsuz yazmıştım: afferin Cansu! Ve diğer iki oyuncu Songül Öden ve Ezgi Asaroğlu da üstlerini düşeni hakkıyla yerine getiriyorlar.
Son söz: başlıkta Oscar Aday Adayı Türk filmleri demiştim, hatırlatırım.

Başka Dilde Aşk


İlksen Başarır’ın yönettiği ve Saadet Işıl Aksoy, Mert Fırat, Emre Karayel ile Lale Mansur’un oynadığı Başka Dilde Aşk, işitemeyen bir gencin mavi yakalı işçi bir kıza âşık olmasından sonra gelişen olayları Hollywood tarzı bir sinema diliyle anlatıyor.

Aşk temasına odaklanan bu film de Yeni Yeşilçam Sineması'nın diğer ürünleri gibi daha önce çekilmiş ve başarıya ulaşmış yapımların etkisinde. Filmin kahramanları Türkçe yerine İngilizce konuşsalar dünyadaki pek çok seyirci Başka Dilde Aşk’ın Türk filmi olduğunu asla anlayamazlardı. Film için yazılabilecek en doğru şey şu: Bütün ekip dersini çok iyi çalışmış. Ortaya seyredilebilir, eli yüzü düzgün bir ticari sinema örneği çıkmış. Hiçbir karesinde arabesklik yok. Pek çok yazımda dediğim gibi bu çalışmalar Türk sineması için uçma denemeleridir. Ellerinize sağlık arkadaşlar. Daha özgün, yerli ama aynı kalitede filmlerinizi bekliyoruz…

Bu film için de yönetim, görsel standart, oyunculuk başarılı bir seviyede. Saadet Işıl Aksoy giderek daha da pişiyor. Mert Fırat'ın başarısını herkes takdir ediyor, ben geri mi kalacağım?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder