26 Kasım 2009 Perşembe

Noel Baba, 7 Kocalı Hürmüz'e Karşı

Bayram yazısı döktürmek ne kadar zormuş! Dakikalardır düşünüyorum, acaba nasıl başlasam diye? Vazgeçiyorum, sonra yeniden bir iki kelime yazıyorum. "Aman! Off! Püfff." Sonunda karar verdim. İçinde bulunduğum durumdan başlayarak zihnim beni nereye götürecekse öyle yazacağım… Oğlum bir kanalda “bilimsel olarak kanıtlanmış dünyanın yok oluş senaryolarını” izliyor. Kara delikler, anti madde, asteroit çarpması, güneşin ölmeye başlamasıyla şişip dünyayı yutması. Bir ara kafam bunlara takılıyor. "Yahu bunların nesi ispatlanmış?" diye düşünüyorum. Sonra aklıma 2012 geliyor. Maya kehanetinden yola çıkıp Kuran ayetlerinden etkilenerek çekilen teknolojik efekt sosu yedirilmiş filmcik…

BU HIRS, BU TAMAHKÂRLIK NEDEN?

Gerçekten var olan her şeyin bir sonu varsa dünyamızın da bir sonu var… Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi “Duyardım her an uzlette bir yeni/ Âlemin yıkılıp devrildiğini…” Bütün evren, var edilmiş her şeyin elbette bir sonu vardır. O zaman bu hırs, bu kavga, bu küskünlükler, bu acılar, birbirinin üzerine basıp geçmeler, anacığımın dediği gibi “kul hakkı yemeler” nedir? Dedelerimizin dediği gibi “kefenin cebi yok ki!”

Gözlerim dalıp gidiyor ve Yılmaz Erdoğan’ın Neşeli Hayat filminin bazı sahneleri aklıma geliyor. “Amerikan hayat tarzına yönlendirilmiş sosyal ve ekonomik hayatımız hakkında bir hicviye mi, yoksa bu sektörün zekice desteklenmesi mi?” olduğuna karar vermediği filmde, satışları arttırmak için Noel Baba kılığına giren işsizler bir araya toplanıyorlar. En son Rıza (Yılmaz Erdoğan) geliyor. 5 veya 6 Noel Baba yan yana dizilmiş. Rıza otururken “Selamünaleyküm!” diyor…

Bir karikatür karesi…

Kimi gülüyor seyircini, kimi de benim gibi Noel adının tarihi çağrışımlarına uzanıyor. Filmin bağlamından kopuyorum.

"NÂLET" OLSUN İÇİMDEKİ TARİH SEVGİSİNE!

Noel: Birinci Dünya savaşında Azerbaycan ve İran cephesinde Türklerin hâkimiyetini kırmak için hayatını ortaya koyan casus değil mi? Evet! O dur da, ne ilgisi var şimdi? İşte serbest çağrışım böyle bir şey, tutamıyorsunuz… Muro’nun dediği gibi “Nâlet olsun şu içimdeki tarih sevgisine!” Ne okuyup dururum geçmişi bilmem ki?.. Herkes ne güzel kaptırmış gidiyor kendini, ben mezardakilerle söyleşiyorum. Neyse ne…

Filme dönüyorum zar, zor. Yine başlıyorum sorgulamaya:

Rıza, bu sefer neden Orta Anadolu ağzıyla konuşuyor? Bir Kastamonulu gibi kelimeleri uzatıyor? Yeni bir karakter mi yaratmak istiyor Erdoğan? Neden bu hikâye -yanlış bir ifade ama- traji-komik? Neden bu kadar gerçekçi olmaya çabalıyor? Yılmaz gerçekten hayattan yorulmuş mu, yoksa film icabı mı bu kadar yorgun görünüyor? Bu filmde neden Demet Akbağ yok? Böyle sora sora reklam filminde minik kızın şaşkın sualine kadar geldim: “Babam bu kadar güzel pasta yapmasına kimden öğrendi?”

Evet, farkındayım, çağrışımlar tekrar çığırından çıktı. Toparlayarak yeniden sorayım: Yılmaz Erdoğan durup dururken neden Noel Babayı öptü sahi?

Anlayan varsa bana da anlatsın!

Evet, biraz da anlamaya çalış bakalım: Yılmaz, sade bir hikâye anlatmış. Bir caddenin iki yakasındaki iki ayrı dünya. Biri ışıltılı, biri kir pas içinde. Rıza (yani kaderine, sürüp giden bozuk düzene razı mı?) ve etrafındakilerin eninde sonunda kendi yaşadıkları hayatın içinde mutlu kılınmaları filmin vardığı son noktaydı. Yani neredeyse davul bile dengi dengine diyordu. Cem Yılmaz’ın Hokkabaz’ına denk düşen bir sonuç. Cem de böyle düşük volümlü bir hikâye anlatmıştı. Kaderin kendi kastında mahkûm tuttuğu insanların hikâyesi… “Fazla zıplayıp sıçrama, olduğun yerde mutlu olmaya bak!” Tabii böyle anlayınca içi daralıyor insanın. Noel Baba’nın yılda bir defa getireceği ve ne olduğu belli olmayan bir hediyeye razı olarak yaşamak bana göre değil Rızacığım!

Biz zaten “Tevekkeltütealallah” yaşıyoruz…

EZEL AKAYIN “YEDİ KOCALI HÜRMÜZ”Ü

Derken Ezel Akay’ın bayramlık filmi Yedi Kocalı Hürmüz geliyor aklıma. Akay’a Bursa’daki galasında sorduğum gibi, “Defalarca sahnelenmiş, filme alınmış veya artık üzerinde konuşula konuşula, hiç seyretmeyen insanların bile bir kanaate sahip olduğu konuları neden seçiyorsunuz?” Nitekim filmi izledikten sonraki ilk tartışma şöyleydi: “Ben en çok Türkan Şoray’ın oynadığını sevmiştim. Yok, yok ben Ayten Gökçer’i beğenmiştim. Koca gözlerini belerte belerte pek güzel oynuyordu… Kekeme berber, hallaçtan iyiydi? Eski filmde öbürü daha iyiydi canım… Ezel, belden aşağı esprileri çok kullanmış… “

"TANRIM TEK BAŞINA KOYMA KULLARIN
YALNIZLIĞA ANCAK SEN DAYANIRSIN!"

Bütün bunları bir yana bırakıp filme harcanan emeğe gelecek olursam, tıpkı Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü filminde olduğu gibi her şeyi bol bol kullanmış. Kadınların elbiselerindeki renk ve fırfırlardan, evlerin, konakların, hamamların dekorlarına kadar hemen her şey abartılı ve bir cümbüş havasında. Bu renk ve hareket cümbüşü içinde unuttuğumuz hatırayı yeniden canlandırıyor Ezel Akay.

Oyuncuların gayretleri göz yaşartıyor. Kendilerini kaptırmışlar ki bu Osmanlı hikâyesinin içinden çıkamayacaklar sanırsın... Kekeme berberin elindeki usturayı müşterisinin boğazına dayayıp kekelediği sahnelerde seyirci gülmekten kırılıyor. (Özellikle kopuyor kelimesini kullanmadım. Çünkü bu koptum, koptu, kopuyor lafı bana kopuk =serseri deyimini hatırlatıyor.) Halaç'ın, "Davacın kadı olursa yardımcın Allah olsun!" deyimi ile adı çıkmış kadılardan birinin önünde "Kadıçıgım" demesi de aynı türden kahkaha krizine neden oluyor...

Fakat filmde o hüznü bulamadım! Hani bir şarkısı vardır Hürmüz'ün: "Tanrım, tek başına koyma kulların/ Yalnızlığa ancak sen dayanırsın!" İşte aslında oyunu oyun yapan bu sözlerin ardındaki "yalnızlık duygusunun verdiği acı" değil midir? Peyami Safa'nın dediği gibi "kalabalıklar içinde yalnız" değil miyizdir? Hürmüz, altı erkeği idare ederken ruh ikizini bulamadığı için söylemez mi bu şarkıyı? Evet, hüzün yok. Şamata, şatafat, şarkı, cümbüş, kahkaha var Hürmüz'de...

GİŞE SAVAŞLARI BAŞLADI

Bayramda olacak olana gelince: Yedi Kocalı Hürmüz Noel Baba’ya karşı! Bakalım yüzde yüz yerli malı Hürmüz mü, yoksa ıkına tıkına Türk insanına dayatılan Noel Baba mı galip gelecek gişede? Pek merak ediyorum…

İyi Bayramlar sevgili okuyucularım. Bayramda bir Türk filmi seyretmeyi ihmal etmeyin lütfen…

Bu yazı 27 Kasım 2009 Cuma Günü Bizim Gazete'de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder