SİNEMA İÇİN PORTELER
Yüksel Çengel Bey ise MTTB’yi Rasim Cinisli ve ekibine devreden dönemin solcu öğrenci liderlerinden biriydi. Tarihe mal olmuş bu iki insan, MTTB için büyük mücadele verdikleri gençlik yıllarında muhtemelen birlerinin yüzünü dahi görmek istemeyecek kadar hasımdılar. Ama zaman her şeyi değiştiriyor. Su nasıl mermerin üstüne damlaya damlaya onu eritiyorsa, zaman da insanoğlunun şahsiyetini bir sanatkâr gibi yeniden şekillendiriyor.
Nitekim Rasim Bey, bu dostluğu anlatırken bilge bir ifadeyle şöyle diyor: “Geçmişte iki tarafın doğru ve yanlışları vardı. Bir bozuk saat günde iki kere doğruyu gösterir derler. Bu bakımdan kesin tavırlılık yerine kimi zaman başkalarının da haklı olabilecekleri fikrinden yola çıkmak daha doğrudur.”
Düşündüm ki, o insanların geçmişteki mücadelesi ve bugünkü ahbaplıkları ne güzel bir dönem filmi olur. Hem de güncel film olur! Çünkü Türkiye dün olduğu gibi bu gün de ciddi bölünme travması yaşıyor. Bu bölünme entelektüel manada bir bölünmedir. Kimileri laikçi, kimileri İslamcı diye ötekileştiriliyor. Siyasette uçuşan sloganlar halkın beyninde büyük ve aşılmaz pisikoljik yaralar açıyor.
1950’li yıllardan günümüze kadar geçen bir takım olayları anlatmasına rağmen Hatırla Sevgili dizisi pek çok hatalar ile doluydu ve benim bahsettiğim “beraberlik” zihniyetinde uzaktı. Taraflıydı. Oysa ben eğer taraf tutulacaksa, barıştan, bir arada yaşama, birbirini sevme olgusundan yana taraf olmalı diye düşünüyorum.
Bütün bunların yanında yine o dönemde çok enteresan portreler bulunuyordu. Bunlardan biri Necip Fazıl’ın iflah olmaz ve fanatik dostu Hilmi Oflaz’dı. Onun bir portre olarak filminin çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Necip Fazıl’ın gölgesinde kaldığı için basın için bir fenomen değildi. Küllük, Çınaraltı, Marmara Kıraathanesi müdavimlerinin tümü onu bilirdi. Evinde kamyonlar dolusu kitap vardı. Osmanlıca bilir ve birlikte bunları günümüz Türkçesi’ne çevirirdik. Mesela bu kitaplardan biri Tarih-i Faruk isimli Osmanlı tarihinin birinci cildi idi.
Oflaz, tipik bir dava adamı idi. Dünya görüşü metafizik temelliydi. Kitaplardaki bilgiler kadar insanın kendi iç dünyasının, sezginin gücüne inanırdı. Bir gün İETT otobüsünde, “Sayıların metafiziğinden” bahsedince arkada oturan bir adam ona, “Sayıların metafiziği mi olur?” diye sormuş. Bizimki, “Sizin boyunuz kaç?” diye cevap vermiş. Adam; “Bir yetmiş!” Hilmi Oflaz cevabı patlatmış: “Peki boyunuzun gölgesi kaç?” Bu onun iddiacı tarafını gösteren bir hikâyeciktir. Bir gün yine otobüs ile Emirgan’a gidiyor. Otobüs o kadar kalabalık ki, yolcular pastırmaya dönmüşler. Biletçi gelip Hilmi Oflaz’ın tepesine dikilmiş, “Bilet!” diye kükremiş. Oflaz, sinirinden ovarak nohut biçimine getirdiği bileti adama uzatmış. Biletçi şaşkın: “Bu ne be adam?” Aynı sinirli hal ile “Bilet!” diye cevap vermiş. Biletçi bu defa, “Ne hale getirmişsin?” deyince Hilmi Bey’in muhalif ve bilinçli vatandaş yanı kükremiş: “Be adam! Sen benim ne halde olacağımı soracağına, bir kâğıt parçasını mı soruyorsun?”
Yakın geçmişimizin çok renkli simaları var. Bunların hayatını tıpkı Amerikan sinemasının yaptığı gibi tekrar tekrar üreterek geleceğe taşımanın çok büyük faydaları olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir kültürü üreten millileştiren aslında halkın kendisidir. Zaruretler millete otomobili dolmuşa, apartman dairesini gecekonduya çevirtebilir ve buralarda yaşayan insanların oluşturduğu kültür de yabana atılırsa bugünkü Türkiye manzarası ortaya çıkar!
Sözün özü: Siyaset her şey değildir. İnsan hayatı ve duygularından doğan ve bir yaşama kültürü haline gelenler ise bizim geleceğimizle olan temel bağımızdır. Ümit ediyorum ki, Türk sineması bu sıralarda tek tük başladığı bu tür filmleri daha da fazlalaştırır ve yelpazesini genişleterek sürdürür…
coskuncokyigit@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder