SAYFALAR

22 Mayıs 2009 Cuma

Festivaller Utanç Kaynağı Olmamalı

FESTİVALLER HAKKINDA

GENELLEMELER, genellikle insanı yanıltır. En keskin sonuçları veren matematik bile genelleme alanına sokulduğunda keskinliğini kaybeder. Mesela herhangi bir konuda istatistik yaptığınızı var sayalım. Diyelim ki, bu istatistik 35 kişi arasında yapılmış olsun. Sorulardan biri “Yılda kaç film çekersiniz?” Bir diğeri, “Kaç defa film festivaline katılırsınız?” olsun.

Ortalama sonuç genellikle şöyle ifade edilir:
1- Türkiye’de her yönetmen yılda ortalama 0,5 film çevirir.
2- Bazı yönetmenler ise yılda ortalama 4 festivale katılır…

Genelleme matematiği bile çileden çıkartır, dedim. Onu yalan söyleyen bir bilim haline getirir. Şöyle ki: Türk sinemasında bir yılda çekilen film sayısı, yönetmeni sayısı ve Türkiye’deki belli başlı film festivallerini alt alta koyduğunuzda yukarıdaki genelleme çıkar ve matematik gerçekten sükût eder. Çünkü bildiğimiz gibi yönetmenlerin pek çoğu iki, üç senede film çekebiliyorlar. Bunun yanında Türkiye’de düzenlenen önemli festivallere
-sanki ezelî ve ebedî bir kanun gibi- yıl boyunca çekilen 35, 40 film içinden hep aynı 10, 12 tanesi seçilir. Bunlar “Büyük Ödül” için yarışırlar. Heykelcikleri öpüp başlarına koyarken gözlerini, Başkan veya Vali yahut bir Bakan’ın elinde tuttuğu çekten ayıramazlar...



Maalesef bu kadar sert ve can acıtıcı bir dille yazıyorum. Çünkü Türkiye’de artık açık açık bir “Festival Mafyası” varlığından söz edilmektedir. Bu mafyanın özelliği, değişmeyen kişilerden değil, değiştirilemeyen bir “zihniyetten” oluşturulmasıdır.



Yılardan beri yapılan festivallerde bu zihniyetin egemen olmak için her yolu denediği, işleyişin dışına bırakıldığında hemen yaygara koparmaya başladığı bilinmektedir. Bir yıl önce, “Köylü, aptal, zavallı, iş bilmez ahmaklar!” gibi sıfatlarla suçladığı kişilerle ertesi yıl kol kola gezen festival mufyozlarını bu camiada herkes


Türk sinemasının gelişmesi, güçlenmesi ve dünyaya açılabilmesi için "zaruretler içinde kıvranın milletten toplanan paralarla" (vergilerle) kotarılan festivallerin ahbap çavuş ilişkisi içinde yozlaştırılmasına, sömürülmesine "Dur!" demenin zamanı gelmiştir diye düşünüyorum. Gişe başarısı sağlayamayan, seyirci ile sinema arasında var olan “doğal sıhriyeti” yok eden filmlere lehine yapılan bu “ayrımcılık” artık son bulmalıdır! Türk sinemasını bir sektöre dönüştürmek için Kültür Bakanlığı tarafından dağıtılan (ve tabii genel millete ait olduğunu kimsenin inkâr edemeyeceği) paralar da artık boşuna gitmemelidir...



Evet, elbette dünya festivallerinde büyük başarılar kazanan bazı yönetmenlerimizin taltif edilmesinden ve onların klasik Yeşilçam katakullilerine düşürülmesini önlemekten yanayım. Hatta geçmişte yapılan bir takım kaba taltifleri (dansözlere devlet sanatçılığı verilmesi gibi) unutturacak pek çok taltifin bu değerli sinema adamlarına sunulmasını, devletin TRT ve Tanıtma Fonu gibi kurum ve fonlarından kaynak aktarılarak daha önemli filmler yapmalarının önü mutlaka açılmalıdır diyorum…



Ama artık festivallerimize çeki düzen verelim. Bu istismarın sonu gelmeli, gerçekten da hakkaniyetli yarışmaların yapıldığı film festivalleri düzenlemenin önü açılmalıdır. Neredeyse bebekliğimden beri sinemayla (babam bana ilk filmimi 4 yaşında izletmiş) içli dışlı bir sinemasever olarak bütün samimiyetimle buradan haykırıyorum: Festivalleri birere utanç kaynağı olmaktan çıkartın!



Bu Yazı 22 Mayıs 2009 Tarihinde Bizim Gazete'de Yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder