SAYFALAR

13 Mart 2009 Cuma

İnsan Kendini Kandırırken Samimi Olabilir mi?

YAĞINDAN YENMİYOR AĞAM

TÜRKİYE’DE üretilen sinema filmlerinin kaderi nerdeyse aynı: sinemacılarımız sanatlarını icra ederken tümüyle yerli olaylardan yola çıksalar bile, kendilerine ait olmayan bir öyküleme ve görsel dil kullanıyorlar. Bu bir fasit daire… Sinemamızın kırmak zorunda olduğu… Bu dairenin içine bir tuzak gibi gizlenmiş ikinci bir daire var ki, o da, didaktikleşme…

Diğer yandan Türkiye’mizde üretilen filmler yerli ve yabacı filmlerin kolâjı olmaktan kurtulamıyor…


PEK ÇOK FİLMİ ÇAĞRIŞTIRIYOR
Mahsun Kırmızıgül’ün ikinci filmi Güneşi Gördüm, Kıyamet (Apocalypse Now, 1979) gibi başlıyor, Yılmaz Erdoğan’ın Vizontele filmlerinin mizah anlayışına kısa bir selam duruşundan sonra ilk filmdeki asker evlat endişesine “dağdaki evlat”ı ekliyor… Hikâye devam ederken… Boşaltılan köylerinden iki kol olarak yola düşenlerin hedefleri de ikiye ayrılıyor: İstanbul ve Norveç! İstanbul kolunun hikâyesi Gurbet Kuşları (Yön: Halit Refiğ, 1964) izleğine oturuyor… Hani Maraşlı bir aile trenle İstanbul’u fethetmek için geliyor ama mağlup olarak gerisin geriye dönüyorlardı ya! İşte bu Gurbet Kuşları’nın Fatma’sı (Naciye’ye uyarak kötü yola düşmüştü!) Güneşi Gördüm’de bir eşcinsele, Kadir’e dönüşüyor. Ve Kadir biraz da zorlamayla yazgısını “kardelen çiçeği”ninkine benzetiyor. Bu kısa ömürlü çiçek ile sadece Kadir’in yaşamı mı yoksa tüm ailenin ve giderek yörenin kaderi mi anlatılmak isteniyor? Bu “açık” değil.


YAĞINDAN YENMEYEN KEBAP GİBİ
Norveç kolunun hikâyesi filme sonradan eklemlenmiş didaktik bir öykü gibi duruyor: “devlet öyle olmaz böyle olur” muhabbetinden, Türkiye’nin nasıl bir ‘memleket’ olacağına dair birkaç Avrupa Birliği dersi! Bu arada Peyami Safa’nın keşfettiği en büyük şairlerimizden Diyarbakırlı Cahit Sıtkı’nın şiiri bile bu sahnelerdeki asık suratlı ders verme havasını yumuşatmaya yetmiyor! İnsanın bu kadar güzel bir şiir okuduktan sonra nasıl olup bu kadar didaktik kalınabildiğine şaşası geliyor…
Zaten ben de şaşırdım!
Mahsun Kırmızıgül, Türkiye’nin acil çözüm bekleyen sorunlarından bazılarına kendince ve hüsnü niyetle dikkat çekmeye çalışıyor. Ancak yetersiz kalıyor. En önemlisi, sinema birikiminin bu tür bir senaryoyu yazıp yönetmeye yetmediği gerçeğinin ortaya çıkması… Sinemada samimiyet çok önemlidir ama tek başına bir işe yaramaz. Sinema bir yanıyla ciddi entelektüel çaba gerektiren sanattır ve bu alana girenlerin entelektüel birikimlerine güvenmeleri yetmez. Çünkü insan kendini kandırırken de samimi olabilir!

Diğer yandan, Kırmızıgül, bulabildiği her tür meleodramatik malzemeyi filmine doldurarak, sadelikten ve basitten doğacak saf güzelliği kaybediyor. Yazık. Film yörenin bir deyimi ile söylersem “Yağından yinmiiirr agam!”


Sonuç: Güneşi Gördüm, özgün bir sinema filmi görüntüsü vermediği gibi ağır melodramatik yapısı ile arabesk bir yaklaşım etiketini hak ediyor. Oysa Kırmızıgül ilk filmi Beyaz Melek'te “modern anlayışla” sahneler çekebileceğine dair ümit vermişti… Fakat işte olmuyor...


Vizontele’ler ve Organize İşler’in yönetmeni Yılmaz Erdoğan’a -her üç filmi belirli bir düzeyin üzerinde olduğu halde- tiyatroya dönmesini tavsiye etmiştim. Mahsun Kırmızıgül’e de sahnelere dönmesini tavsiye edeceğim.



Bu Yazı 13 Mart 2009 Günü TGC Bizim Gazete’de Yayınlanmıştır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder