AH ŞU ELEŞTİRMENLİK
ediyorum… Sinema bazen dayanılmaz görüntü ve gürültü bombardımanına dönüşebiliyor. Tabii eğer biraz tarih şuurunuz varsa ve görsel işitsel kültürel istilanın farkındaysanız. Aksi halde size uzatılan mikrofonlara sırıtarak, “Aman da aman! Ne güzel bir filmdi! O ne görüntüydü öyle. Bunların bir sahnesini bile bizim Türk sinemacılar çekemez! O ne müzikti öyle! O ne oyunculuktu!” gibi güya sinemasal argümanlarla bir güzel eleştiri yaparsınız… Kameralara konuşmadan önce kafa kafaya verip ne söyleyeceğinizi kararlaştırdığınız arkadaşlarınız da sırasını bekler.
Türkiye’de sinemanın sektörleşememesinin, entelektüel seviye kazanamamasının sebepleri arasında, eleştirmen taifesinin daha 1950’li, 60’lı yıllardan itibaren kişilik sahibi olmak yerine "klik" sahibi; onurlu olmak yerine "para" sahibi olmayı tercih etmesi vardır. Geçmiş dönemlerde bir eleştirmen kurumunun ödül almamış filmlere, para karşılığında, “Filanca festivalde ödülü var!” şeklinde belge verdikleri Yeşilçam’ın bazı eski ithalatçıları arasında hala konuşulur… Eleştirmenler hafife alınmak istendiğinde “isim vererek” anlatılır… Ben kulaklarımla duymasam buraya asla böyle bir bilgiyi aktarmazdım…
Nitekim yine bazı eleştirmenlerin, dünya görüşleri tamamen farklı ve yüz yüze gelmeyi asla istemedikleri kişilerin gazetelerinde yazmaları ve bunu mazur göstermeye çalışırken, “Dünyanın en iyi ‘izm’i, ‘opürtinizm’dir!” gibi bayat espriler yapmaları işitilmemiş şeylerden değildir…
GÜLLÜ AGOP’UN TORUNLARI SAHNEDE
Tiyatroya gelince: Genç sinema oyuncusu Karolin Sarı bana bir tiyatro grubunda çalıştığını söylediğinde oyunu görmek isteğimi belirtmiştim. Geçen gün oyunu izlemeye gittim. Haldun Dormen Sahnesi’ni görmeyeli yıllar olmuştu. Fiziki olarak hiçbir şey değişmemiş ama ne Haldun Dormen, ne Nevra ve
Birkaç yıl evvel Tiyatro İstanbul’da Hangisi Karısı ismiyle sahnelenen oyun bu defa “Hay Ben Böyle Tesadüfün...” ismiyle, Hermon Variş’in oluşturduğu “Hermon Variş Tiyatro Grubu”nca canlandırıldı. Daha önceki oyunu yanılmıyorsam Okan Bayülgen yönetmişti. O defa, “Ben gülerken düşünmeyi severim.” başlığı ile eleştirmiştim oyunu. Ama bu defa farklı bir tat vardı. Ermeni Dernek Tiyatroları kökenli amatör oyuncuların rol aldığı oyun zaman zaman bazı oyuncuların Türkçeyi aksanlı konuşmalarıyla farklı bir hava kazandı. Osmanlı İstanbul’u tiyatrolarının havasını, sesini, tınısını mı özlemişiz ne?
Arkadaşım Karolin Sarı dâhil tüm oyuncuların, Türkçemizi İstanbul ağzı ile bülbül gibi şakımaları fevkalade güzel bir şeyeş. Klasik Türk müziğine olduğu kadar Agop Dilaçar gibi Türkçeye hizmet veren Ermeni cemaatinin tiyatro grubuna bir tavsiyem var: Osmanlı dönemi Ermeni tiyatro ustalarının sahnelediği oyunları ilk hallerine en yakın bir biçimde ve Ermine aksanı kullanarak oynasınlar… Böyle yaparlarsa sanki çok daha başarılı olacaklar…
Variş’in yönettiği güldüren ama düşündüremeyen oyunda Kris Dinçkayıkçı, Jbid İskenderoğlu, Karolin Sarı, Selin Variş, Kevork Türker, Emman Çiçek ve Hovsep Karagözyan rol alıyorlar. Oyun uzun aralıklarla belirli günlerde sahneleniyor. Ama bu topluluk bu kadar iyi bir performans sergilemeye devam ederse İstanbul belki yeniden Güllü Agop (
(*) Fotoğraftaki kişiler: (soldan sağa) Selin Variş (Mery), Karolin Sarı (Barbara), Jbid İskenderoğlu (Vicky), Hovsep Karagözyan (Gardner) ve Kris Dinçkayıkçı (Gavin).
* Bu Yazı 27.03.2009 Tarihli Bizim Gazete’de Yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder