27 Şubat 2009 Cuma

Milyoner Oscar’ı Hak Etti mi?

81. Oscar’lara damgasını vuran ödül şampiyonu Slumdog Millionaire (Milyoner) bu kadar çok heykelciği hak etti mi, etmedi mi?
Bence etmedi ama neticede oyları veren bizler değiliz. Amerikalılar, bir milyar insanı sabahlara kadar televizyon başına mıhlayor. Aynı zamanda para kazanıyor; bizler dedikodusunu yapmakla yetiniyoruz. Hele bazı televizyonlarda Türkçe yapılan Oscar programları yok mu? Allah’ım! Sen bu millete sabır ver. O ne ukalalık, o ne tarafgirlik, o ne "Ben bilirim ama ah bu akademi üyeler yok mu?" kompleksi… Ki bunların bazıları hala televizyon ve gazetelerde büyük eleştirmen muhabbeti ile yer tutuyor. Kimi tedavülden kalkmışların aslında ne kadar içi boş, Amerikan kültürü içinde eriyip tükenmiş, omurgasız varlıklar olduğu yine bu sayede ortaya çıkıyor…


Bu girizgâhtan sonra sadede gelelim. Önceki sene, “Oscar’ı suçun kemale ermiş hali kazandı” diye bir başlık atmıştım. Geçen yılın en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Daniel Day-Lewis (Kan Dökülecek / There Will Be Blood / 2007) ve En İyi Film Oscar’ını kazanan İhtiyarlara Yer Yok (No Country For Old Men- 2007) hak ettiklerini almışlardı ama Milyoner… Evet, eğlenceli bir film. Evet, çok iyi bir kurgusu var. Evet, kapitalizm, ırkçılık, din ayrımcılığı eleştirisi var. Evet, popüler kültürün sonunda patlamış mısır değerinde bir şeycik olduğu eleştirisi bir biçimde veriliyor. Evet, karasevda dedirtecek kadar tutkulu bir aşkın Hindistan’daki arka palanı Taç Mahal mecazı ile anlatılıyor ve bu fevkalade… Ama filmde ahlaki olmayan bir şey var gibi. Mesela Kan Dökülecek’in her karesine sinmiş ahlak, Milyoner’de yok. İhtiyarla Yer Yok’taki sadelik, dürüstçe gerçeği ifade etme tutumu Milyoner’de yerini karmaşa, telaş ve kandırmacaya bırakıyor. Bir samimiyetsizlik hissi uyandırdığı için Milyoner’in aldığı Oscar’ları hak edilmemiş ödüller olarak ilan ediyorum.

Gölgesizler üzerine bir iki kelam

Ümit Ünal’ın yönettiği ve Selçuk Yöntem, Taner Birsel, Ertan Saban, Arsen Gürzap gibi günümüz oyuncularının önemli isimlerinin bir araya geldiği Gölgesizler koyu gölgeli bir film olmuş! Ünal’ın Ara filminden sonra (ki o film hakkında ağır bir eleştiri yazmıştım) bireyselden toplumsala döndüğü bir çalışma. Bir uyarlama olan filmin hikâyesini de okumak isterim ama her film sonunda yeni ve kendine yeten bir başka sanat ürünü olarak değerlendirildiği için gerek görmüyorum.


Genellikle kir pastan arınıldığı, bu sebeple arınma mekanı olarak erkekler arasında önemli yeri olan bir berber dükkânında, aydınlık başlayıp karanlık bir atmosfer filmine dönüşen Gölgesizler, kirli paslı bir Türkiye portresi çizdikten sonra bir yazarın güvenli evceğizinde son buluyor. Devasa ve kirli Türk bayrakları ile süslenmiş bir muhtarlık binası, Japon korku filmlerinden çıkmışa benzeyen badanaları kara mor gölgelere dönüşmüş mekânlar, yırtık dökük kıyafetler, zombi bakışlı köylüler. Şuradan bir yerlerden Amerikan korku filmlerinin iğrenç kahramanları fırlayacakmış duygusunu uyandıran çekim açıları… Aman Allah’ım bu nasıl bir Türkiye? Bu nasıl bir İmam? Odasında Hz. Ali’nin temsili resmi, duvarda ayetler asılı ama o, kocası kayıplara karışmış bir kadını iğfal ediyor… Ayının olmadığı bir coğrafyada kızları ayılar kaçırıyor ve günlerce dağlarda tutsak ediyor! Irz düşmanı hocanın at kılına okuyup üflemesiyle aşka gelen (!) at, zavallı bir çocuğu ezerek öldürüyor.


Aşk olsun, diyeceğim amma ata mı, hocanın kokuşmuş ama etkili nefesine mi, atın çocuğu ezdiği sahnede gösterilen çekim başarısına mı yoksa bu kadar karanlık bir filmi sonuna kadar sabırla seyreden bir insan olarak kendime mi… Bilemiyorum. Ama bir Aşk olsun lafı var ortalarda, dolaşıyor!


Sonuç: Sayın Ümit Ünal, istersen bu toplumsal hikâyeleri bir yana bırak. Yine kendi bildiğin “birey” üzerine kurgulanmış hikâyelerine dön. Şarap ve aşk ilişkilerini anlatmada daha ustasın…

Bu Yazı 27 Şubat 2009 Günü TGC Bizim Gazete’de Yayınlanmıştır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder