23 Ocak 2009 Cuma

Edebiyat Uyarlaması Sadık Kalmalı mıdır?

GÜZ Sancısı filmini seyrettikten sonra, Yılmaz Karakoyunlu’nun aynı adlı romanını okudum. Romanla film arasında büyük fark olduğu daha ilk sayfalardan itibaren anlaşılıyor. Konya eşrafından “ehl-i tarik” bir babanın evladı Behçet ile Yahudi kaldırım yosması Ester arasındaki imkânsız aşkı anlatan hikâye, bu aşkın tükenişini 6–7 Eylül olaylarına bağlıyor.

Roman kadrosu ile film kadrosu arasında, film aleyhine bir fakirlik söz konusu. Romanın kişiler kadrosunda, Rum (Madam Atina) ve Yahudi (Babaanne Ester) mamalar ile fahişeler yanında ömrünü bir tek erkeğe adayan, eşini kaybettikten sonra gönlünü bir Türk’e kaptıran Madam Rhea (ki Konya’da Şebi- Arus’ta ölür, eşi Aleks’in İstanbul’daki mezarına gömülür) gibiler de var. Azınlıkların adları, Kasap Zaven, Manav Tanaş, Bakkal Agop, Salamon Adato İğneci Armenak gibi yaşamış kişilerden derlenmiş görünüyor. Türk tipler arasında, Fatma Tatari, Kürt Nihat, Cahide Sonku ile Muhsin Ertuğrul bile var.

SİYASİ KADRO VE AŞKLAR
Romanda sabık Cumhurbaşkanı Celal Bayar iktisadi görüşleri ve İttihatçı (yani komitacı) yanı ile resmediliyor. Sabık Başbakan Adnan Menderes ise Suzan Hanım ve diğer kadınlarla yaşadığı aşk
maceraları ve çaresizliği ile öne çıkıyor. Bu çerçevede romanda şöyle cümleler var:

“Bordo yelekli, altın köstekli, bastonlu görgünün çocukları, yeni açılmış Hilton’un akşam çaylarında, Adnan Bey’in gönül macerasını halden anlayan bir hasetle tartışıyorlardı.”
Veya:
“Eğer Menderes fikrini değiştirmezse, doğru Ralli Apartmanındaki yakınını ziyarete gidecekti…”
Veya:
“Kadızade Rifat Bey, Başvekil’in ani bir kararla İstanbul’a gelmekte olduğunu Suzan Hanım’a bildirmiş, hatta vefalı bir arkadaş hukuku içinde, sinirli sevgilinin teskine ihtiyacı olduğunu açıkça söylemişti…”)


Romanda yine Türk ahalinin yoksulluğunu temsil eden tipler bulunuyor (Fatımet üz-Zehra, Akif ve Emirdağlı tipleri); siyasete bulaşan, ziraatçı, tüccar veya işadamı Türkler de kadroya dâhil: Hacı Kamil Efendi (Behçet’in babası), Ali İpar, Mithat Perin (İstanbul Ekspres’in sahibi), Celal Bey gibi…


PERA: ŞEHVETLİ BİR ŞAHMERAN!
Tünel’den Talimhane’ye kadar şehvete kapılmış Şahmeran gibi kıvrılarak süren bir alafranga yaşam… Lozan’daki tanımı ile “Gayrı Müslim” ahalinin sımsıkı
kavradığı ticaret… Üsttekileri azınlıkların, alttakileri (kapıcı veya gece bekçisi gibi) Türk veya Kürt Müslümanların oluşturduğu sosyal yapının bir iki günde yok edilişinin hemen öncesinde yaşananlar film ile mukayese edildiğinde çok zengin. (Burada bir roman tahlili yapmayacağım ama şunu ifade edeyim: Karakoyunlu romanını ağdalı bir dille yazmış. Edebî bir dil kullanmak için kendini çok zorlamış. Anlattığı öykünün özü bağlamında en çok Fatih Harbiye’ye yaklaşan romanın edebi kıymeti, Peyami Safa’nın anlatımı ile mukayese edildiğinde ortaya çıkabilir!)


LİBERAL TAHSİLLİ SELANİK KADROSU!
Filmde anlatılanlar, romandan yolaçıkmış görünse de uydurulmuş bir öykü. Karakoyunlu’nun romanı gerçekleri anlatıyor olmasına rağmen belgesel duygusu uyandırmıyor. Oysa filmin senaryosunun yüzde 90’ı uydurulmuş olmasına rağmen çok kısır kalıyor. Bu bağlamda romanın filmden birkaç gömlek üstü olduğunu bihakkın teslim etmem gerek. Eğer film ekibi cesaret edip romana tamamen sadık kalsa idi ortaya daha iyi bir uyarlama çıkabilirdi ama iyi bir film değil! Nedeninin bir kısmı aşağıda.

2000 Doğan Kitap neşri Güz Sancısı romanında olan ama 2009 yapımı Güz Sancısı’nda atlanan çok önemli tespitler (sayfa 131-131):

“Liberal tahsilli Selanik kadrolarıyla saray damatları, Anadolu esnafını kalkındıracak cesareti taşısalar bile, bu niyeti taşımıyorlardı. Üç beş yüreklinin çıkıp köylerde zürrayı (ziraat yapanları), kasabalarda esnafı palazlandırmak istemesiyle mesele çözülemezdi. Ziya Gökalp’ın ‘korumacılık’ fikri statik bir hevesti. Mois Kohen, Parvus Efendi, Kirkor Zohrap bile Ziya Gökalp’tan daha korumacı sayılırdı… Önemli olan sermayenin sınıf değiştirmesiydi. İktisadın kantarı ancak bu yoldan kanırtılabilirdi. Halk Partisi bile celallenmiş ve Müslüman tüccar yaratacak gücü bulmuştu. İstanbul’un para babalarını Aşkale’ye süren Varlık Vergisi, Anadolu tüccarlarını Dersaadetin kenar mahallelerine getirmişti. Bu nimetli büyük fırsat yarım bırakılmamalıydı. Demokrat Parti, hazır fırsat eline geçmişken, Halk Partisi kadar bile cesaret göstermekten geri mi kalacaktı?”


Yazı 30.01.2009 tarihli Bizim Gazete’de yayınlanmıştır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder