23 Ocak 2009 Cuma

6-7 Eylül Olaylına Kekeme Bakış


YÜZYILLAR boyunca birlikte yaşama geleneği oluşturmuş Türk toplumunda vukuu bulan akla ziyan vak'aların en önemlilerinden biri, 6-7 Eylül 1955 olaylarıdır. İstanbul ve nispeten İzmir’de yaşananlar üzerine bugüne kadar pek çok şey yazılıp çizildi: mahkeme belgeleri yayınlandı, Yılmaz KarakoyunluTomris Giritlioğlu aynı adla sinema filmi olarak bir kere daha dile getirdi.
***
tarafından romanı (Güz Sancısı) yazıldı ve nihayet Avrupa’da doğan ve bir canavara dönüşen ırka dayalı milliyetçilik (Alman nasyonalizmi gibi), o vakit Osmanlı’nın tebaası olan Yunanlılara (Osmanlıca: Rum’lara yani eski Roma İmparatorluğu vatandaşlarına!) 6-7 Eylül 1955’ten 130 yıl önce bulaşmıştı. O tarihten beri Türkler ve Yunanlılar arasındaki “birlikte yaşama geleneği” daima, “ötekileşen” Yunanlılar tarafından bozulmuştur. Oysaki Osmanlı Beyliğini devletleştiren Orhan Gazi’nin üç eşi de Rum asilzadelerinin kızlarıydı. İddiaya göre Nilüfer ve Asporça Hatun’lar dinlerini bile değiştirmemişlerdi! Yani din ve ırk problemi Osmanlı’dan beri Türk toplumunun dışladığı bir şeydi.
***
Yakına gelelim: Mihail Hristodolu Muskos isimli papaz, III. Makarios unvanı ile 18 Ekim 1950'de Kıbrıs başpiskoposu olduktan sonra, Venedik’ten alınan daha sonra Türklerle beraber Rumların da yerleştirildiği adayı Türkiye’den tamamen koparmak için fesat hareketlerine (Enosis diyorlardı) başladı. “Makarios fesadı” her geçen gün biraz daha çirkinleşiyor, adada yaşayan Türkler taciz ve katlediliyorlardı. Bir
din adamı marifetiyle yürütülmeye çalışılan “etnik temizlik harekâtı” modern milliyetçiliğin “ırka dayalı” ön kabulünden doğuyor olmalıydı.
***
Buraya çok dikkat ediniz: Osmanlı’nın küllerinden modern bir devlet inşa etmeyi başaran Mustafa Kemal Atatürk ve Ziya Gökalp gibi fikir yoldaşları, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki “birey-devlet denklemini”, “kültür ve vatandaşlık bağı” olarak formülleştirmişlerdi. Bu tanımın içinde “ırk” yoktu! Alman nasyonalizmi ve Rus komünizmi gibi Avrupa Medeniyeti'nin doğurduğu iki canavarın çatışmasından doğan, etrafa da sirayet eden bu büyük yangından kurtulmak isteyen Türk politikacılarının bazıları, yanlış tercihlerle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda kabul edilen harikulade denklemi bir yana ittiler… Cumhuriyet’in temel ilkesinden sapanların aymazlığı ile Makarios Fesadı’nın bahane edilmesinden 9 saat süren ancak 900 yüzyıl geçse bile unutulmayacak bir utanç yani 6-7 Eylül olayları doğdu!
***
İşte, Güz Sancısı filmi bu tarihi perspektifi ve analizi verebilmekten mahrum. Müsamere senaryosu denebilecek bir metinden yola çıkılarak çekilmiş kekeme bir film! Dönem filmi çekmenin zorluklarını aşma çabası, atmosfer yaratma gayreti, oyuncuları 1955 yılının insanları gibi davrandırabilme becerisi… Gibi pek çok zorluk aşılabilir maddi ve insani şeylerdir ama Giritlioğlu’nun, filminde Atatürk’ün, “Söz konusu vatan olduğunda gerisi teferruattır!” gibi çok önemli bir vecizesini, ahlaken düşkün ve hasta bir fesatçı başına söyletmesi çok acemice ve yanlıştır. 70 yıllık son dönem tarihimizi okumadığı veya okudu ise sağlıklı analiz edemediği anlaşılıyor. Velev ki senaristler böyle bir hata veya kast işlemiş olsunlar. Tarihi doğru okuyan ve yorumlayan bir yönetmen böyle bir hataya göz yummazdı. Çünkü Atatürk’ün sözlerini pek çok kötü niyetli kendi menfaati için kullanmıştır, yarın da kullanacaktır ama bir sanat eseri bağlamında, hele de “devleti ırkçılık temeller üzerine kurmamış” bir kurucu liderin sözlerini, onun koyduğu ilkeleri çiğneyen bir ahlaksıza söyletmek, söz sahibini aşağılamakla aynı anlama gelir. Bu da üçüncü şahıslarda ideolojik, fikri ve ahlaki tepkiler doğurur: bende doğurduğu gibi…
***
Güz Sancısı’nın büyük zaafını bu şekilde ortaya koyduktan sonra: Yaşlı bir Rum (?) mamasını canlandıran Zeliha Berksoy, filmdeki en başarılı oyuncu. Berksoy o kadar iyi ki, bir fahişeye dönüştürerek pazarladığı torunu Elena ile kavgasında Beren Saat’in oyununu bile yükseltiyor (Tabii Beren’e de aferin! Ki, büyük sanatçının oyununu yere düşürmüyor!)
***
Güz Sancısı TV dizisi mantığı ile çekilmiş... Sinema ve TV filmi teknikleri karşılaştırmasına girmeden benzeşmeyi söylelyeceği: Düşüncemi besleyen şeylerden biri Hatırla Sevgili’nin kimi oyuncularının Güz Sancısı’nda neredeyse aynı karakterleri, aynı oyunculuk tarzıyla canlandırmaları…
***
Son söz:
Son jenerikte tahrip edilen yerlerin listesi verileceğine...
- “Atamızın evi bombalandı” haberini "Sait Ceylan" takma adıyla yazan Gökşin Sipahioğlu’nun;
- İstanbul Ekspres gazetesi sahibi Mithat Perin’in;
- Kıbrıs Türktür Derneği yöneticilerinin;
- Atatürk’ün evini bombaladığı daha sonra ortaya çıkan Oktay Engin’in;
- Anadolu Ajansı Atina Muhabiri Sara Korle’nin;
- Olaylar sırasında görevli iki kolordu komutanı ile bir tuğgeneralin;
- Dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik’in
akıbetleri perdeye yansıtılsaydı daha iyi olmaz mıydı?
Gerçeklerden yola çıkan bir romana sadık kalmayarak neredeyse yarı belgesel bir film çeken Giritlioğlu’dan böyle kekeme bir anlatımdan daha fazlasını beklemek hakkımız…

* Yazı Bizim Gazate'de 23 Ocak 2009'da yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder