İMİTASYON SİNEMASI ÜZERİNE
Bir ara buyurdu ki; “Bir yönetmenin aklının ucundan bile geçmeyenler eleştirilerde onun eserine atfediliyor”muş! E ne yapalım? Atalar demişler ki, “mana şairin karnındadır”. Bir başka şair atamız da “Ben ne söyledim, sen ne fehmeyledin?” diye ifade etmiş durumun karmaşıklığını.
Günümüz sinemacıları içinde –temayüz etmiş– isimlerin başında gelen Çağan Irmak’ın Issız Adam filmini bir hayli geç seyrettim. Üstelik şehirde yaşayan ama çiğ köfte, lahmacun, acılı adana, patlamış mısır bağımlılığı sayesinde yeni bir kimlik kazanıp (!) otobüste ve sinemada bacağını ayırarak oturan şehirli tiplerle! Film boyunca ne kadar rahatsız olduğumu anlatamam. Önümde, arkamda, yanımda, yönümde sürekli patlamış mısır geveleyen ve kolalarını, içme çubuğundan “gurrr gurrr” çeken bu insanlar için film yapılıyorsa (ya da nihayetinde sinema seyircisinin profili buysa) oturup saatlerce yazı yazmaya lüzum var mı? Vallahi şüpheye düştüm... Çağan Irmak’ın başkahramanı Alper ve kadın kahraman Ada’nın hikâyesini psikolojik, sosyolojik, kültürel ve sinema sanatı bağlamlarında dikkatlice analiz etmenin kime ne faydası olacak diye karamsar genellemeler yapmaya başladım... Çünkü hem filmdeki Alper ile Ada, hem de salonda etrafımı kuşatan patlamış mısır tüketicisi seyirciler gerçekten içimdeki ümidi kırdı...
Yine de içimden geçenleri yazayım: Filmin kahramanının adı ile yaşantı arasındaki ironik çelişki hemen dikkati çekiyor; “alp+er”* yani savaşçı ve ermiş kişi: ‘savaşçı derviş’in kısaltılmışıdır (dervişlik göndermesi için başlığın altındaki ve yandaki fotolara bakınız). Biz film boyunca esas oğlanın 'alper'liği ile ilgili tek bir kare bile göremiyoruz. Tam tersine Alper isimli adam, cinsel iştahının peşinde koşup duruyor. Oysa ki Alp+eren'likte El'ine, Dil'ine ve Bel'ine hâkim olmak gerektir!..
Filmin kadın kahramanı Ada'nın isminin özenle seçilmiş olduğu hemen belli oluyor. Çünkü Ada tipi, film bağlamında en çok ismi ile işe yarıyor. Filmin ismi ve ana fikri ile özdeşleşiyor: Issız Ada(m)!
Öte yandan Alper gerçekte bir savaşçı derviş olamasa bile bir tür Robinson'dur! Fakat hem (Ana)karasından, hem de (ada)sından uzak düşmüş, kendi içinin ıssızlığında kavrulan bir Robinson!..
(* Alper ismi Alp= Savaşçı ile Eren= Derviş (nefsini yenmiş kişi) birleşik isminin laik hali yani kısaltılmışıdır!)
Eğer düşündüğüm gibiyse ne evirmece ama!
Geleneksel kültür ve yaşama biçimlerinden uzaklaşan ve 150 kelimelik dil dağarcıkları ile hayatı, dünyayı, hakikati, geleceği, ölümü, aşkı algılamaya çalışan, yani hakiki değil imitasyon insanlar...
Nereye kadar?
Çağan Irmak farında mı bilmiyorum? Sinema sanatının imkânlarını kullanırken ne yeni bir anlatım biçimi kurgulamak, ne yeni bir estetik algı geliştirip yerleştirmek ne de gerçekte ciddi bir sanat eseri meydana getirmek peşinde. Onun sineması (estetiği), anlattığı hikâye, hikâyesinin tipleri hep imitasyon...
Tek gerçek karakter, Tarsus’tan kalkıp gelen anne! Ama işte o da artık bu imitasyonun ve imitasyonculuğun geçer akçe olduğu bir dünyadan yaşadığı konağı ile birlikte dışlanmaktadır... Hem de var ettiği öz evladı tarafından... (Yandaki, tek kare belki de filmin en doğru sahnesinden... İmitasyon tipin küstahlığı, gerçk karakterin geri çekilişi...)
Çağan Irmak, tıpkı Ulak’ta yaptığı gibi, Babam ve Oğlum’da (nispeten) yakaladığı sahicilik havasından uzağa düşüyor. Belki o da bu imitasyonlar dünyasından (Tarkovski 'protezler' der) nefret ediyor ama çaresizlik içinde aynı malzemeleri kullanıyor. Eğer böyleyse ciddi bir çelişki doğuyor... Bu durumda Irmak’ı ve cümle âlemi tenzih ederek aşağıdaki fıkrayı hatırlatmak mecburiyeti hissediyorum:
* * *
Ömer Hayyam testi içinde bir şeyler satan bir adama sormuş:
“Ne satıyorsun?”
Beriki gayet sıradan bir biçimde;
“Şaraaap.” Demiş.
Hayyam yine sormuş:
“Karşılığında ne alıyorsun?”
Beriki gözleri parlayarak;
“Altın!” Demiş.
Şair cevap vermiş:
“Budala herif! Sattığın şey aldığından daha değerli!”
* Ba yazı 26 Aralık 2008 tarihli Bizim Gazete'de yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder