CAN Dündar’ın Atatürk’ü anlattığı belgesel filmi Mustafa’yı 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali kapsamında gösterildiği Aspendos salonunda seyrettim. Sinematografik olarak başarılı bulduğum belgesel hakkında NTV muhabirinin sorusu üzerine özetle şunları söyledim:
“Yönetmen, Atatürk’ü beşeri yanlarını ön plana çıkararak vermeye çalışmış. Bu doğru bir yaklaşımdır. Ama bu belgeselde bize ilkokuldan beri öğretilenler dışında ne var? Sanıyorum okumayan bir toplum olduğumuz için Can Dündar, Atatürk’ü hayatını kronolojik gerçekliği içinde genç nesle görsel işitsel yoldan ulaştırmaya çalışmış.”
Orada söylemediğim çok şey vardı elbette. Bunlardan biri belgeselin taraflı oluşuydu. Dündar, günümüzden -kimi Atatürkçülerin durduğu yerden- düne bakıyor. Hatta bazı yerlerde bunu o kadar taraflı yapıyor ki, insanın “Hadi canım! Bu kadar da olmaz ki!” diyeceği geliyor.
Bazı ifadeler arka planlarıyla anlatılmıyordu. Bunlardan biri Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ile ilgili bölümdü. Atatürk burada “köprüyü geçene kadar” vaziyetine düşüyordu. Sebepler ve bugüne yansıyan sonuçlar göz önüne alınarak izah edilebilirdi. Bugün “önce kullanılıp sonra dışlanan unsurlar”ın Türkiye’de hangi konumda olduğunu Can hepimizden daha iyi biliyor aslında.
Tarihin karmaşık dönemlerinde yaşayan ve tarih yapan pek çok liderin yaptığı gibi Atatürk, farklı zamanlarda farklı haller karşısında farklı (şimdi bize çelişki gibi gelen) şeyler söylemiş bir liderdir. Mesela, “Bu ordu ile kaz sürüsüne bile karşı durulmaz!” sözünü alarak altını çizmek de hatalı bir seçimdi. Aynı Atatürk aynı ordunun Çanakkale’de “ölüm emri verdiği” erleri için övgü sözleri söylemişti!
Sanat hayattan doğan, beslenen bir seçmedir: izafidir. Bu bakımdan yaşanıp bitmiş bir tarihten, o tarihi yapmış ve devlet kurmuş bir liderden bahseder ve onun hakikatini ortaya koyarken kendi mantığınızdan, algınızdan ve olmasını istediklerinizden yola çıkarak değil o kişiyi var eden asıl ana fikirden yola çıkmanız gerek.
Türk milletinin tarihi hakları
Atatürk bir “var olan”dır: onun arkasında görmediğimiz ama onu var eden bir başka “varlık” bulunmaktadır. Bizzat kendisinin sık sık ve hiç çekinmeden ifade ettiği gibi o “Varlık” milleti ve ona duyduğu sevgidir. Milletinin “tarihi hakları”nın bilincinde oluşudur. Milletine, medeni vasıflarına olan derin inancıdır. İşte bu sebeple açık ve net bir biçimde “Biz doğrudan doğruya Türk milliyetçisiyiz!” demiştir. Ta ciğerinden gelen bir sesle “Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır!” demiştir. Can Dündar’ın fark edemediği işte budur: Atatürk’ü “var olan” değerine yükselten ve o zamanlar başta, “Bu devleti ancak sen kurtarabilirsin” diyerek milleti değil devleti kurtarmaktan bahseden Sultan Vahideddin olmak üzere “Yedi Düvelin” fark edemediği “Varlık” milletin ta kendisidir...
Bugün, oradan buradan ödünç aldıkları kavramlarla ahkâm kesen entellerin dediği gibi Atatürk, bir “Varlık” olmayan yeni bir millet inşasına girişmiş değildir. O milletinin kendi kültürünü, medeni vasıflarını, büyüklüğünü ve gelecekte kuracağı yüksek medeniyeti görebilmesini sağlamak için önüne bir ayna koymuştur. Can Dündar bunu nasıl olup ıskalamış hala anlayabilmiş değilim. Bir belgeselci, bir ferdini “var olan” kılan “Varlık”ı nasıl fark edemez?
Mustafa’da Atatürk’ün karga kovalaması, mektep değiştirmesi var, orduya girişi var, cesareti var, hırsları var, aşkları var, rakı sevgisi var, evliliği var, annesi var, Makbule var, Fikriye var, Latife Hanım var, daüssılası var, meydan muharebelerini kazanışı var, Mareşal oluşu, Cumhurbaşkanı oluşu var, var, var, var ama Mustafa Kemal’i Atatürk yapan “milli romantizm” yok!
Batılılaşmanın (Çağdaşlaşmanın) öznesini değiştirdi
Söylemek istediğimi biraz daha açayım: Bugün geriye doğru baktığımızda görüyoruz ki, Atatürk Osmanlı döneminde başlayan “garplılaşma” projesini radikal hamlelerle sürdürmüştür ki, onun ayırıcı vasfı belgeselde ısrarla altı çizildiği gibi bu radikalliği değildir (çünkü mesela Sultan Mahmut da çok radikal bir kişilikti ve koskoca bir orduyu ortadan kaldırmıştı!) Osmanlı imparatorluğu zamanında bütün garplılaşma hareketi “devleti kurtarmak” gayesi ön planda tutularak yapılıyordu. Oysa “Mustafa” bütün o garplılaşma projesinin “öznesini” değiştirmiştir. “Devlet” yerine “Türk Milleti”ni koymuştur!
Sevgili meslektaşıma buradan hatırlatarak şöyle seslenmeyi borç biliyorum: ellerine sağlık Can ama eksik kalmış!
Bu yazı 31.10.2008 tarihinde TGC Bizim Gazete'de yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder