79’uncu Oscar’ların Yabancı Dilde En İyi Film adayları arasında bulunan Alman işi “The Lives of Others” (Başkalarının Hayatı) filmi bende ayrı bir heyecan uyandırdı. Filmin adı, Tercüman’da yazdığım günlerden birinde, “Sinema başkalarının hayatını anlatır” başlığıyla sinema estetiği üzerine döşendiğim bir makalemle aynıydı…
Arşivime baktım, yazımın tarihi 31 Temmuz 1987’ye rast geliyordu; yani “Demir Perde” imajının somutlaştığı yer olan “Berlin Duvarı”nın yapılışından 26 yıl sonra, yıkılışından ise 2 yıl önce yazılmış bir yazıydı bu… Üstelik film estetiği üzerine bir deneme gibi görünse de, aynı zamanda ciddi politik göndermeleri vardı.
Florian Henckel von Donnersmarck’ın yönettiği “Başkalarının Hayatı”, Utanç Duvarı’nın yıkılmasından birkaç yıl öncesinde Doğu Almanya’da yaşanan korkunç bir “gözetle, açığını yakala, fişle ve işini bitir” durumunu siyasî, insanî ve ahlâkî boyutları ile ele alıyor… Yani ben “sinema ne yapmamalı” diyorsam, Doğu Alman polisi gerçekte onu yapıyor!
Buyurun, o yazımda özetle diyordum ki:
BAZEN GERÇEKLİK, SANATIN GERÇEKLİĞİNİ EZER!
“…Farz edelim ki, bu ekip, kameraya “başkalarının hayatı”ndan bir kesit çıkartmak için “kendiliğinden” bir hareket sağlasın. Olayı bir bakıma anlık ve ilgi çekici görüntüler tespit etmeye indirgesinler. Bu halde ortaya anlamlı bir dizi resim çıkacaktır. Muhtemelen sinemanın temelinde yatan budur. Sinema, belki de en genel tarifiyle, hiçbir suni unsura dayanmadan “başkalarının hayatını anlatma sanatıdır.”
(…)
“Başkalarının hayatı”nı anlatma olgusu bu noktadan itibaren evrensel bir kimlik kazanarak daha yüksek voltajlı bir özelliğe bürünür. En kaba tarifle, başkalarının yatak odasından, sofrasından, oturma odasından, konu komşusundan, aşkından, hicranından, zavallılığından, üstünlüğünden, iyiliği veya kötülüğünden… bahseder gibi görünen sinema, hesabını iyi yapanlar için bir “röntgen aracı” olmaktan çıkıp haysiyetli, iddialı, geniş kapsamlı, meseleleri ve mesajları olan, becerebildiğiniz ölçüde insanları size ve anlattıklarınıza hayran bırakan, onları etkileyen, hem de ruhlarından ve kafalarından görünmeyen bir mengeneyle size bağlayan bir sanat oluverir. Bazılarının dediği gibi de sanatlar sanatı hem de!”
SAHTE SALTANATLARIN ÇÖKÜŞÜNÜ GÖREBİLİRSİNİZ
“O sanatla geçmişin, bugünün, gelecek günlerin hatta yüzyıllar sonrasının hayallerini kurarak milyonlarca kişiye aktarabilirsiniz… Onunla bir kenar mahalle boksörünün hayatı çerçevesinde Amerikan yaşama biçimini, kültürünü ve politikasını bütün dünyaya anlatabilirsiniz… Onunla medeniyetin vardığı en uç noktada yaşanan kimlik ve kişilik bunalımını, kapitalist sistemde insanların ayrı ayrı hücrelere tıkıldığını ve yalnızlaştırıldığını dehşet ve ibretle görebilirsiniz… Onunla yine aynı sistem içinde çamura atılmış insanlarla, çamur içinde olduğu halde, birçok insani hususiyeti, ruhun sesini duyan ve hissedebilen insanların kendilerini kurtarışını da görebilirsiniz… Onunla “başkalarının hayatı” üzerinde kurulan sahte saltanat ve mutlulukların çöküşünü, tuz buz oluşlarını da görebilirsiniz…”
SİNEMACILARIMIZ GÖZLERİNİ AÇSALAR İYİ OLUR
Eh ne diyelim, biz eleştirmen sıfatı ile yazıyoruz, elin Almanı aynı frekansı tutturuyor da, bizim sinemacılarımız eleştirmenlere düşman gözüyle bakıyorlar.
Sinemacılarımıza sesleniyorum: Her eleştirmen düşmanınız olmadığı gibi, hiç sevmediğiniz insanların da sizlerin yapacağı işlere katkıları olabilir.
Gözünüzü açın!
*****
ALTYAZI:
İyi bir adam gördüğünüz zaman, onun gibi yapınız; kötü bir adam gördüğünüz zaman ise kendi kalbinizi dinleyiniz. - Konfiçyüs.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder